REPUBLİC OF EASTERNTURKİSTAN(SHERKİ TÜRKİSTAN CUNHURİYİTİ)

DOĞU TÜRKİSTAN DEVLETİ ÇİN İŞĞALİNDE

DOĞU TÜRKİSTAN 1.828.418 kilometre kare Yüz Ölçüme Sahip 30Milyon Müslüman Türk ün yaşadığı Bir İslam Coğrafyası
Nufüsun Tamamına yakını: Muslüman (Ehli Sünnet - Hanefi)

www.doguturkistancumhuriyeti.tr.gg

   
 
  “Semen Yolu Kahramanları” Hakkında İdam Kararı Verildi

Mehmet Emin Batur'un Günlük Makaleleri

 

 

“Semen Yolu Kahramanları” Hakkında İdam Kararı Verildi

05.12.2008   

 İnsan hakları ihlalleri konusunda dünyada birinci sırada gelen Çin’e 2008 yılı dünya Olimpiyatlarına ev sahipliği yapma hakkının hangi uluslar arası kıstaslara göre verilmiş olduğu bu güne kadar zihinleri meşgul eden oldukça karmaşık bir sorudur.

Fakat bilinen bir gerçek var ki, o da işgalci Çin’in Olimpiyatların Pekin’de yapılacağı fırsatından istifade ile “Olimpiyatların Güvenliğini Teminat Alına Almak” bahanesiyle Doğu Türkistan Türkleri üzerinde devlet terörü estirdiğidir.

Çin devleti Doğu Türkistan’ı işgal ettiği 1949 yılından beri Doğu Türkistan Türkleri üzerinde gizli ve aleni soykırımlarını, asimilasyon politikalarını, insanlık dışı baskı zulüm, yıldırma, sindirme ve sürgün yöntemlerini zaten sürdürmekteydi.

Doğu Türkistan’da tahammül sınırlarını aşan Çin zulmüne karşı bu güne kadar meydana gelen 500’ün üzerindeki büyüklü küçüklü milli ayaklanmalara ek olarak ta sayısız münferit karşılık verme eylemleri gerçekleştirilmiştir.

Bu durum ise Doğu Türkistan Türklerinin Çin işgaline ve zulmüne boyun eğmediklerini, esareti asla ve asla kabul etmediklerini açık ve net olarak gözler önüne sermektedir.

Söz konusu münferit karşılık verme hadiselerinden biri de, dünyadaki birçok basın ve yayın organlarında da yer aldığı gibi 04.08. 2008 günü Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrinde meydana gelmişti.

Kurbancan Ablimit ve Abdurahman Azat isimli iki Doğu Türkistanlı genç, kendi aralarında aldıkları bir kararla Çin silahlı polis birliklerinin Kaşgar şehri Semen yolu bölgesinde yer alan askeri eğitim kampına ani bir saldırı düzenlemişlerdi. Bu saldırı sonucunda 16 Çin askerini öldürmüş, 16’sını da yaralamış ve kendileri de yaralı olarak ele geçmişlerdi. Çin devleti bu vakayı dünya kamuoyuna  “Doğu Türkistan terör güçlerinin Pekin Olimpiyatlarının güvenliğine karşı yürüttükleri hareket” diye tanıttı.

Doğu Türkistan halkının kendi ararlarında “Kaşgar Semen Yolu Kahramanları” olarak adlandırdıkları Bu gençler aradan geçen 3 ayı aşkın bir süre sonra 11.11.2008 Salı günü Kaşgar’da mahkemeye çıkartıldılar. Mahkemeye dışarıdan katılma fırsatını elde eden ve Semen Yolu Kahramanlarını son defa görme imkânına erişen bazı kişilerin naklettiklerine göre, Kurbancan Ablimit ve Abdurahman Azat Çin polis ve jandarmaları eşliğinde boyunlarına zincir ve kementler takılı olduğu halde mahkeme salonuna getiriliyorlar. 

Duruşma sırasında kendilerine sorulan sorulara cesurca ve temkinli cevaplar vermişlerdir.

Abdurahmancan Azat ve Kurbancan Ablimit kendilerine sorulan sorulara özetle: “Bizi horlayan zulmeden Çinli saldırganlardan intikam almak için cihadı farz bilerek bu işi yaptık…. Bizim bu eylemi yapmamızın sorumlusu zalim ve işgalci Çin devletidir. Bizim neden böyle bir eylem yaptığımızın cevabını Çin hükümetinin kendisinin vermesi gerekir. Biz Allah’ın yolu Peygamberimiz Muhammed’in işareti gereğince Ana sütünü helal bilerek vatanımızı işgal eden zalim düşmanları vatanımızdan kovup atmak istedik….” Diye cevap veriyorlar…

Duruşmaya gözlemci olarak katılan Çinli yetkililer mahkeme salonunda geçen bu konuşmaları mahkeme salonundaki bazı kişilerin dışarı sızdıracakları ve dilden dile dolaştırılacağı endişesi ile duruşmanın derhal durdurulmasını emretmişlerdir.

Duruşmanın sonunda ise, Doğu Türkistan halkının ebedi kahramanları olan Kurbancan Ablimit ve Abdurahmancan Azat’a ölüm cezası verildiği açıklanmıştır…

Doğu Türkistan’da zulüm var oldukça Kurbancan Ablimit’ler ve Abdurahmancan Azatlar da hep var olacak ve işgalci Çinliler de “kâbus”lar görmeye devem edeceklerdir…

 

Tarihimiz Filmlerle de Kayıt Altına Alınmalıdır

 02.12.2008 

olarak Türk milletinin “Türkiye’nin zencileri” durumuna düşürülmeye çalışıldığı günümüzde bunları düşünmek ne derece doğru bilinmez ama yinede düşünmeden edemedim…

Çocukluğumuzdan beri okuduğumuz kitapların birçoklarında ana unsurunu Türk milletinin teşkil ettiği öylesine muhteşem destanlar, kahramanlık öyküleri ve tarihin seyrini değiştirecek türden savaşlardan söz edildiğini görmüşüzdür ki, bu tarih kayıtları karşısında sadece biz Türkler değil birçok yabancı ülke aydınları da yazdıkları eserlerinde hayranlıklarını gizleyemediklerini açıkça ortaya koymaktadırlar.

Dünya milletleri içerisinde tarih dağarcığı en zengin ve seçkin sergüzeştlerle dolu olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin maddi gider endişesi taşımaksızın uzman kişiler görevlendirmek suretiyle neden ciddi sinema filmleri ve yine ciddi belgeseller şeklinde çalışmalar yaptırtarak Türkiye ve dünya arşivlerine dâhil ettirmediğini düşünerek hep hayıflanmışımdır.

Şahıs ya da bazı şirketlerin bunu yapmaya belki bütçeleri ve imkânları elvermeyebilir. Hatta profesyonel iş adamı mantığı ile değerlendirme yapan bazı ünlü filmcilerimiz(!) ve senaristlerimiz(!) gelir getirmeyeceği için maddi imkânları elverse de böyle bir çalışmayı beyhude olarak görmüş olabilirler.

Ama Türk devletinin böyle düşünme lüksü yoktur ve olmamalıdır. Ne yazık ki onlarca yıldır ihmal edilen bu mühim konu, Türkiye üzerine menfur hesaplar yapan yabancılar ve onların yerli uşaklarının “ekmeğine yağ sürmekte” ve neredeyse Türkiye coğrafyası üzerinde Türk milletinin varlığını dahi inkâr edecek kadar cüretkârlaşanların ellerini güçlendirmektedir.

Oysaki Türk tarihi, objektif ve gerçekçi düşünen dünya tarihçileri nezdinde de itibarlı bir yere sahiptir. Bu sebeple şanlı tarihimize sahip çıkmakta olduğumuzu, tarihimizdeki önemli hadiseleri konu alan film ve belgeseller yapmak gibi kalıcı çalışmalarla da dünyadaki Türk düşmanlarına göstermemiz gerekiyordu.

 Bir düşünelim! Bugünle kadar Türk tarihinin altın sayfalarını yansıtan ve konu alan kaç film çekilebilmiştir? 1980’li yıllarda çekilen “Duvardaki Kanve son yıllarda çekilen “Son tanıklar”, “Kurtuluş Savaşında Azerbaycanlılar” adlı belgesellerin dışında kaç tane daha tarihi belgesel yapılarak Türk ve dünya arşivlerine dâhil edilebilmiştir?

 Tabii olarak ta durumdan istifade eden Türk ve Türkiye düşmanları bu önemli boşluğu “Gece Yarısı Ekspresi” benzeri Türkiye aleyhinde melanet yumağı sözde yapıtlarla doldurdular…

Türk milleti onlarca yıldır bütün bu kaygı ve üzüntü verici milli atalet sayılabilecek durumlarla iç içe yaşamak zorunda bırakıldı. Fakat 2008 yılının UNESCO tarafından “Kaşgarlı Mahmut Yılı” olarak ilan edilmesinin ardından yönetmen Bilgütay Ümit Güzelbey ve Yapımcı Kaan Güner tarafından dünya Türklüğünü Türk milletini ve özellikle de Çin esareti altındaki Doğu Türkistan Türklerini çok sevindiren“Mahmud Kasgari-Türkün Dili” adlı bir belgesel çekildi.
        Yönetmen Bilgütay Ümit Güzelbey ve Yapımcı Kaan Güner en büyük zorlukları maddi destekleyici bulma aşamasında çektiklerini ifade etmektedirler. Sonunda da Kaşgarlı Mahmud’un “Türk kültürü, Türk dili için kim yola çıkar, emek verir, alın teri döker ve para harcarsa Allah onun yar ve yardımcısı olur” şeklindeki kehaneti gerçek oluyor ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesi -Kültür A.Ş projeye sahip çıkıyor. Çekim ekibi de gittikleri bütün bölgelerde kolaylıklarla karşılaştıklarını ve de çok değerli bilim adamları ile görüştüklerini söylemektedirler.

Toplam olarak 12 bin kilometrenin üzerinde yol kat dilerek hazırlanmakta olan bu projenin danışmanlığını değerli bilim adamlarımızdan Profesör Doktor Ahmet Taşağıl ve Dr. Arif Acalov yapıyorlar…

İşte onlarca yıldır bütün Türk dünyasının ve Türk milletinin Türkiye’den beklediği ve yapılmasını istediği mühim çalışmalardan biri… Dileriz ki, Türk milleti için çok büyük bir ehemmiyete sahip olan “Mahmud Kasgari-Türkün Dili” adlı eseri hazırlayan Bilgütay Ümit Güzelbey, Yapımcı Kaan Güner ve bütün emeği geçenler, başta Kültür bakanlığı sorumlularımız olmak üzere başka yapımcılara da örnek olurlar…

 

Siyasi Blöf Yapmak Tükenmişliktir

26.11.2008

Türkiye’nin son yarım asırlık siyasi sergüzeştine bakıldığında ülkeyi en iyi kendilerinin idare edecekleri iddiasıyla onlarca siyasi partinin koalisyonlar çatısı altında ya da tek başlarına iktidar olduklarını ama Türkiye’deki temel problemlere uzun vadeli ve köklü çözümler üretmek yerine günü kurtarmaya matuf uğraşlarla vakit öldürmüş oldukları görülür.

 “Tribünlere oynamak” olarak değerlendirilebilecek ve sadece oy avcılığına yönelik politikalar izleyen bu siyasetçilerin ve siyasi partilerin devamlı surette haleflerine bıraktıkları ülke meseleleri giderek katmerleşti. Bu gidişat ta tabii olarak ülke içinde ve dışında Türkiye ve Türk milletine karşı menfur planlar yapan ve fırsat kollayanların ellerini güçlendirdi.

Rahmetli Alparslan Türkeş’in 1960’lı yıllarda işaret ettiği ve o yıllarda esaret altında bulunan Türk diyarları ile ilgilenilmesi gerektiğinin ehemmiyeti bu günlerde daha açık bir şekilde kendisini göstermektedir.

ABD’nin ve AB’nin yörüngesinden bir türlü kurtulamayan ve bu devletler tarafından her yönlü olarak istismar edile gelen ve oyalanan Türkiye için Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında bağımsız birer Türk devleti olarak ortaya çıkan Batı Türkistan Türk Cumhuriyeti devletlerinin yeni bir “ufuk” olabileceği aşikârdır. Tabii ki bazı idrak yoksunu sözde devlet adamlarının bu gerçeği göremiyor olmaları basiret sahibi insanlarımızı adeta kahrediyor…

Türkiye’ye sözde dost görünen devletler bu gerçeği çok iyi bildikleri için Türkiye Cumhuriyeti devletinin Türk dünyası ile bütünleşmesini engellemek ve Türkiye’nin devamlı surette kendilerinin “arka bahçeleri” olarak kalmasını sağlamak için her türlü siyasi ve ekonomik oyunları oynamaktadırlar. Bizim basiretsiz idarecilerimiz de “ümüğümüzü sıkmasınlar” söylemi ile Türkiye’nin ümüğünü yabancılara çoktan teslim etmiş olduklarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Türk düşmanları ümüğümüzü çelikten avuçlarının içinde öyle bir sıkmaktadırlar ki, nefes alabilmek her geçen gün biraz daha zorlaşıyor.

Ne yazık ki, Türkiye’yi kolay yoldan idare etmenin “püf noktalarını” iyi bilen mevcut siyasi iktidar “savurgan mirasyedi” gibi davranarak ülkede satılmadık bir çakıl taşı dahi bırakmamaya niyetli ve azimli görünmektedir. Hazırı harcamak ve borçlanarak yaşamak bir yere kadardır... Ya ondan sonrası? Mevcut durum itibarıyla haleflerine borç batağında bir Türkiye bırakacak olanların ülke yönetimindeki başarılarından söz etmek düpedüz abesle iştigaldir? 500 milyar dolar sınırına dayanan borçlar hangi kaynaklarla ödenecek bilen var mı?

Aradan geçen 6 yıl zarfında Türkiye’nin kronikleşmiş problemlerinden olan işsizlik ve kötü giden ekonomisi konusunda ciddi ve köklü çözümler üretemeyenlerin geçmişteki birtakım kötü yöneticilerden hiçbir farklarının olmadığı açık ve net olarak anlaşılmış bulunuyor. Bu gerçeği itiraf etmeyenler ise hak etmedikleri halde bedava kömür, iaşe paketi ve yeşil kart karşılığında oylarını ipotek ettiren hazırlopçulardır.

Üretimin önündeki engelleri kaldırmak ve istihdam sağlamak yerine ülkenin demirbaşı sayılabilecek işletme ve arazilerini yabancılara satarak kişi başına düşen milli gelirin 10 bin dolara çıkartıldığını söylemek “dürüst siyasetçi” olmakla asla bağdaşmaz.

Siyasette güç merkezi olabilmek uğruna bütün milli ve manevi değerleri çiğneyen bir siyasi anlayışın sabır, metanet, kanaatkârlık ve alçakgönüllülük timsali olan Türk milletinin çıkarlarını gözetmesi de mümkün değildir.

Türkiye’yi adeta bir “poker masası” gibi görerek siyasi rakiplerine karşı “Partim 2. olursa Genel Başkanlığı bırakırım” mealinde siyasi blöf yapma cihetine gidenlerin siyaseten kan kaybetmeye devam ettiklerini anladıkları ve bu sebeple de son kozlarını oynamakta oldukları gayet açıktır.

Malum güruhun oylarını elde edebilmek için de “İmralı canisi” ni ihya etmeye çalışacak kadar zıvanadan çıkmışlık sergileyenlerin Terör örgütünün siyasi uzantılarına rağmen bu güruhtan oy alamayacaklarını bile anlayamamış olmaları oldukça düşündürücü…           

 

Çin Ekonomisi Sonun Başlangıcında

19.11.2008

 Çin hükümeti kaynaklı (Şinhua Haber Ajansı) haberlere göre, her yılbaşından aylar öncesi Çin’e çok miktarda oyuncak sipariş veren Amerika’daki ve batı ülkelerindeki şirketlerin bu yılbaşına az bir zaman kalmış olmasına rağmen sipariş konusunda ağır davranmaları veya siparişlerinin miktarını bir hayli sınırlamış olmaları Çin oyuncak sektörüne büyük darbe vurmuş bulunuyor.

Bu sebeple de şu anda Çin’deki oyuncak üreticisi firmalar ve dolayısıyla da Çin devleti, Rusya’yı hedef alan bir ticari politika izlemeye başladı. Çin’in “Batıya açılma” politikasının altında yatan ve Batı Türkistan Türk Cumhuriyetlerini ele geçirmeyi hedef aldığı açık olan girişimlerini çok iyi bilen Rusya Federasyonu Çin’in zehirli ve kalitesiz oyuncaklarına rağbet edecek kadar saf değildir. Çünkü Orta Asya bölgesinde uzun yıllardan beri devam ede gelen ve bölgede tek hâkim güç olmaya yönelik Rus- Çin rekabetinin taraflarından biri olan Rusya Çin mallarının ve dolayısıyla da Çinlilerin Rusya’da kök salmak istemesine asla izin vermeyecektir.

Ekonomistler her ne kadar Çin oyuncak sektöründe baş gösteren son durumu Amerika’daki krizle ilişkilendiren açıklamalar yapsalar da, bu doğru bir tespit olmasına rağmen tek faktör değildir

Çünkü birçok yorumcular da Çin oyuncaklarında çocukları zehirleyen kimyasal maddelerin bulunması sebebiyle Çin oyuncaklarının Amerika ve Avrupa medyalarında tenkit edilmekte olduğunu ve bu tenkitlerin her geçen gün daha da artmakta olmasından dolayı Çin oyuncaklarına olan talep oranının düştüğü şeklinde açıklamalarda bulunmaktadırlar.

Adeta bütün dünyadaki oyuncak pazarlarını istila eden Çin’in oyuncak firmaları bu günlerde tam anlamı ile bir panik yaşamaktadırlar.

Oyuncak sektöründe ihracata yönelik üretim yapan firmaların Çin genelindeki sayıları 3 bin 631 adettir. Bu da sadece resmi kayıtlarda geçen rakamlar olup, “merdiven altı” tabir edilen ve devlet eli ile yapılan ihracat kalemlerinin aralarına dâhil edilmek üzere üretim yapan korsan imalatçıların sayısı ise kayıtlı firmaların sayısının kat kat üzerindedir.

Çin’in Şinhua haber ajansı, Çin’ deki oyuncak üreticisi firmaların yüzde 52,7’sinin 2008 yılının in ilk 7 ayında iflas ettiğini haber veriyor . Çin’de faaliyet gösteren Oyuncak firmalarının Çin’in en büyük ihracat fuarlarından biri olan Kanton Fuarına katılımlarındaki ciddi düşüşte, Çin’in Oyuncak sektöründe yaşadığı büyük krizin en büyük göstergelerinden biri olarak değerlendiriliyor.

Çin’in sürekli olarak kaydettiği “hormonlu büyüme”sinin başlıca kaynağı, ürettiği ve ihraç ettiği taklit ve kalitesiz ürünleridir. Bu ürünlerin başında Çin malı oyuncaklar gelmektedir. Tekstil ve elektronik sahası da önemli bir yer tutmaktadır... Ama öyle anlaşılıyor ki, Avrupa ülkelerindeki ve Amerika’daki oyuncak pazarını kaybetme sürecine giren Çin’i yeni Pazar kayıpları silsilesi beklemektedir. Dünyada insan sağlığına en zararlı ve son derece kalitesiz hammaddeler kullanarak ürettiği mallarının da foyası adeta “çorap söküğü” gibi bir biri ardına ortaya çıkmaya başlayacak ve bazı devletlerin Çin ile “satmadan almak” üzerine bina ettikleri tuhaf ticari ilişkiler de suya düşmeye başlayacaktır.

Anlaşılması zor bir ithalat ve ihracat politikası izleyerek Çin’in “Ahlaksızlık değirmeni” ne su taşıyan devletlerin doğruları görmeye başlamalarıyla, ya da diğer bir deyişle Çin’in ticari ahlaksızlıklarını görmeye başlamalarıyla söz konusu ülkeler kendi ekonomileri açısından çok doğru ve olması gereken sağlıklı bir ekonomik politikaya kavuşacaklardır. Hal böyle olunca da çok kısa bir süre içerisinde Çin kaçınılmaz son ile yüzleşecek ve bu durum Çin için sonun başlangıcı olacaktır.

Ne demişler? “Zulüm ile abat olanın ahiri berbat olur.”

 Doğu Türkistan’da Kurulan Devletlerin Yıldönümleri

12.11.2008           

İlk defa 1760 yılında işgale uğrayan Doğu Türkistan’da 1863 yılında Bedevlet Yakuphan önderliğindeki Doğu Türkistan Türkleri “Doğu Türkistan Cumhuriyeti”ni kurmuşlardır. Bu devlet Osmanlı devletine bağlılık bildirmiş, Sultan Abdulaziz Han adına hutbe okutarak para bastırmış ve Osmanlı devleti de bu devletin askerlerinin eğitilmesi için subay ve silahlar yollamıştır. 14 yıl yaşayabilen bu devlet 1877 yılında İkinci Mançur Çin itilası ile son bulmuş ve Çinliler 1884 yılında ilk defa Doğu Türkistan topraklarına Çin dilinde “İlhak edilmiş topraklar” anlamına gelen “Sinkiang” ismini takmışlardır. Ne yazık ki bu gün bile Türkiye’deki resmi ağızlar ve birçok Doğu Türkistan muhibbi kişiler(!) Doğu Türkistan için Çinlilerin “Sinkiang” deyimini kullanmaktadırlar…

Doğu Türkistan Türkleri günümüzden 75 yıl önce 12 Kasım 1933 tarihinde Doğu Türkistan toprakları üzerinde işgalci Çin güçlerine karşı verdikleri istiklal mücadelesi sonunda “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti”ni, 12 Kasım 1944’ de de Gulca vilayetini merkez kabul ederek “Doğu Türkistan Cumhuriyeti”ni kurarak dünya ve Türk tarihine önemli bir kayıt düştüler.

Doğu Türkistan Türklerinin ilk olarak resmi bir mesajla genç Türkiye Cumhuriyeti devletine müjdelediği “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti” devleti o yıllarda dünyada kurulan ikinci bir Türk devleti olma özelliğini taşıyordu.Başbakan: Sabit Damolla
Başbakan Yrd: Canabek
Devlet Bakanı: Alem Ahun
Milli Savunma Bakanı: Orazbek
Genel Kurmay Başkanı: Gn. Mahmut Muhiti
İç işleri Bakanı: Saidzade Yunus Bek
Dış İşleri Bakanı: Kasım Can Hacı
Eğitim Bakanı:  Abdülkerimhan Mahdum
Vakıflar Bakanı Şemsettin Turdi Hacı
Adalet Bakanı: Zarif Han Hacı
Tarım Bakanı: Ebulhasan Hacı
Maliye Bakanı: Ali Ahunbay
Sağlık Bakanı: Übeydullah Bey

 

Basılmış parası, pasaportu ve milli ordusu bulunan bu devletin idarecileri de şu kişilerden oluşmaktaydı:           

Devlet Başkanı: Hoca Niyaz Hacı,

Rusya, Çin ve İngiltere gibi dünya emperyalistlerinin çok önemsedikleri ve ele geçirebilmek için uğruna türlü entrikalar icra ettikleri bir coğrafya olan Doğu Türkistan toprakları üzerinde kurulan bu Türk devleti dünyadaki Türk düşmanlarının hemen hepsini bir hayli rahatsız etmişti. Bu yüzden söz konusu devletler, çok zor şartlar altında ve inanılmaz mücadeleler sonucunda kurulan bu Türk devletini yıkmak için gizli ve aleni olarak menfur çalışmalar başlattılar.

Doğu Türkistan devletinin şanssızlıklarının başında Batı Türkistan’ın Rus işgali altında bulunması, doğu sınırlarının ise sürekli olarak Çin tehdit ve tehlikesi altında bulunması ve en önemlisi ise, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilgi ve desteğine erişememiş olması gelmektedir.

Çünkü devletin kurulmuş olduğu kendilerine, “Gökbayrak’tan Albayrak’a Selam” denilerek müjdelenen Türkiye yetkilileri, Doğu Türkistan’a ilgisiz davranarak“Çin ve Rusya gibi iki büyük devletle komşu olanların her şeyden önce onlarla iyi geçinmeleri gerekir” diye cevap veriyorlardı.

Zira Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu günkünden farklı olmayan Rusya ve Çin politikası Doğu Türkistan devletine yaklaşmasına engel teşkil ediyordu… Emperyalistlerin bir gün gerçekleşeceğinden korktukları “Dünya Türk Birliği”nin en mühim uzantısını teşkil eden Doğu Türkistan Cumhuriyeti” devletleri Türk tarihinin altın sayfalarında ebediyen yerini muhafaza edecek ve Doğu Türkistan’da yeni kurulacak olan bir Türk devletine de ilham kaynağı olacaktır.

 

Terörle Mücadeleye Meclis İçerisinden Başlanılmalıdır

08.11.2008           

 Türkiye şu anda bir yandan Ergenekon davasına, bir yandan Mart 2009’da yapılacak olan mahalli seçimlere ve diğer yandan da mimarları“küresel haydutlar” olan krizi “fırsata dönüştürme” çabalarına kilitlenmişken, kuyrukları dağlarda can çekişen çıyanların anakentlerdeki başlarının menfur eylemlerini gözden kaçırıyor…

Terörist oldukları ve teröristlere yardım ve yataklık ettikleri kesinleştiği için hapse atılan bazı terör örgütü mensuplarını hapisten çıkartarak meclis binasında ve bakanlık makamlarında ağırlayanlar ve sonunda da Meclis çatısı altına “milletvekili” olarak taşıyanları Türk milleti kendi vicdanında ebediyen mahkûm emiştir…

Çünkü bölücü örgütün temsilcilerinin ve savunucularının meclise girmelerinin yolunu açanlar 1980 yılının başlarında ortaya çıkan dış güdümlü bölücü terör örgütüne en büyük desteği sağlamışlardır.“Bu nasıl oldu?” diye sormaya gerek yok. Çünkü Türkiye kamuoyu biliyor ki, “Türklük” yerine “Türkiyelilik” deyimini ortaya atan ve “Türkiye’de Kürt sorunu vardır” diyen yetkili ağızların Türkiye’de etnik ayrımcılıkların temelini attıkları bir gerçektir…

 Bölgede siyasi çıkar elde edebilmek uğruna sarf edilen ve tarif edilemez bir siyasi ihtirasın sonucu olarak ortaya atılan bu “maksatlı” söylem ne yazık ki, Türkiye’deki bölücü akımlar için bulunmaz bir fırsat oldu. Oysaki günümüzdeki toplumsal durum üzerinde genel bir değerlendirme yapılacak olursa aslında Türkiye’de bir Türk Sorununun olduğu görülecektir. Çünkü Türkiye’de tehdit ve tehlike altında bulunan Türk kimliğidir. Meclis içerisinde Türk milletinin ve Türk kimliğinin karşı karşıya bulunduğu problemleri gündeme getirmesi gereken mebuslarımız da maalesef  “birilerini” gücendirmemek için susmayı ya da muğlâk ifadeler kullanmayı tercih etmektedirler.

Terör örgütü savucularının hapisten Meclise taşınmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en kutsal mekânı olan TBMM’deki siyasi ahenk bozulmuş, çatlak sesler çoğalmış ve artık meclisteki gündemin büyük bölümünü söz konusu bölücü örgüt avukatlarının hezeyanları işgal ettiği için meclisin verimliliği de büyük ölçüde kayba uğramış bulunuyor.

Meclis içerisinde her geçen gün biraz daha küstahlaşan bölücü örgüt savunucularının örgüt renklerini kullanarak hazırladıkları melanet yumağı ve ihanetin belgesi sayılan sözde kitaplar Mecliste dağıtılırken “Milletin Vekilleri”nin ciddi ve ses getirici bir tepki göstermemiş olmaları da Meclisteki durumun vahametini ortaya koymakta ve Türk milletinin kaygılarını arttırmaktadır.

Meclis içerisine sızmayı başaran malum “habis ur”lar güruhunun ülkemizin bölünmez bütünlüğüne yönelik salya-sümük saldırılarına “şaşı bakan” ve Türk milletinin hassasiyetlerine yönelik saldırıları sadece siyasi kaygılarla geçiştiren siyasetçileri Türk milleti hiçbir zaman affetmeyecektir.

Devletin ve Türk milletinin bekasına yönelik olarak her geçen gün biraz daha dozu artan saldırılara karşı  “üç maymun” tavrını sürdüren ve seçimlerde alacakları oydan başka bir kaygı taşımayarak bölücü güruhların “değirmenlerine su taşıyanlar” ilk fırsatta Türk milletinin “Osmanlı Tokadı”nı suratlarının ortasında hissetmeye hazırlanmalıdırlar…

Evet; yaklaşan seçimler, “küresel kriz”, Ergenekon davası, ABD seçimlerini kimin kazandığı(sanki bu güne kadarki ABD-Türkiye ilişkilerini değiştirecekmiş gibi) meselesi vs. ama bunların hiçbiri Türkiye’nin adeta kangrene dönüşen terörle mücadele konusundaki hassasiyetini asla gölgelememelidir…

Terörle mücadelenin T.B.M.M. içerisindeki bölümü çok büyük önem kazanmıştır. Gerçek anlamda terörle mücadele edilecek ise, mücadelenin Meclis içerisindeki bölümüne büyük önem verilmeli ve meclis içerisindeki terör örgütü savunucularına karşı daima “tetikte” olunmalıdır… Çünkü artık dağdaki eşkıyanın anakentlerden ve Meclis içerisinden destek aldığı aşikârdır…

 

“Kızıl” ve “Kara” Çinlilerin Ezeli Türk Düşmanlıkları    

05.11.2008                 

Bir Çin Atasözünde, “Kedinin kara ya da ak olması önemli değil, önemli olan fare yakalamasıdır” deniliyor. Bu sebeple Çinlinin Kızıl(Komünist Çin) ya da kara(milliyetçi Çin) olması Doğu Türkistan Türkleri açısından önemli sayılmamaktadır. Zira Çinlilerin her iki ideolojisinden de Doğu Türkistan Türkleri çok büyük zararlar görmüş, görmeye de devam etmektedir.

Doğu Türkistan 17. yüzyılın ortalarından beri devlet kurduğu dönemler hariç, aralıklarla bu güne kadar Çin işgali altında bulunmaktadır.

Çin emperyalistlerinin komünist ideolojiye sahip olmalarının ya da olmamalarının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Çünkü 1949 yılında Çin’deki iktidar kavgalarından galip çıkan Mao Ze Dung ve yandaşları, sadece Çin’de iktidarı değil, Milliyetçi Çin olarak bilinen ve kendilerinden önce Çin ırkını Orta Asya bölgesinde ve hatta dünyada hâkim güç kılmak uğruna sayısız insanın kanına giren “Kara Çinliler” den Çin şovenizminin kızıl bayrağını da devralmışlardır.

Komünist Çin, ırkçılık konusunda Milliyetçi Çin’i kesinlikle gölgede bırakacak bir ideolojik mantığa sahiptir…

General Cankayşek liderliğindeki Milliyetçi Çinliler Çin’deki iktidar savaşını kaybettikten sonra Formoza adasına kaçmışlar ve orada Amerika’nın büyük çaplı desteğini arkalarına alarak dünyada yeni bir devlet olarak tanınma çabası içine girmişlerdir.

Günümüze kadar Türkiye’ tarafından da resmen tanınmayan, dünyaya kendilerini   “Demokratik Çin” olarak lanse etmeye çalışan ama Komünist Çin’in “ayrılmaz bir parçamızdır” dediği bu ada devletinin yetkilileri Doğu Türkistan’ın adını bugün bile “Sinkiang” olarak telaffuz etmektedirler.

Bu deyim Çin dilinde “yeni topraklar” ya da “ilhak edilmiş topraklar” anlamına gelmektedir.

Görüldüğü üzere, bu günkü Çinlilerin atalarının 1884 yılında Doğu Türkistan’ı işgal ettiklerinde ezeli ve ebedi Türk yurdu olan Doğu Türkistan için uydurdukları isim olan “Sinkiang” deyimi, günümüzün “kızıl” ve  “kara” Çinliler tarafından kutsal bir emanet gibi sahiplenilmektedir.

Doğu Türkistan Türklerine milli ve manevi yönden en büyük faciaları Milliyetçi Çinliler yaşatmışlar ve Doğu Türkistan topraklarını, muhalifleri olan komünist Çinlilere takdim edip kaçarlarken tarumar edilmiş bir ülke, milli ve manevi yönden ezilmiş, sindirilmiş, susturulmuş ve bir takım Çin uşağı sahte hocalar vasıtasıyla uyuşturulmuş bir halk bırakmışlardır. Dolayısıyla da komünist Çinlilerin Doğu Türkistan’ı istila etmelerini kolaylaştırmışlar ve Milliyetçi Çinliler adeta kızıl Çin ordularının öncü kuvvetleri gibi bir vazife ifa etmişlerdir…

Nedendir bilinmez son zamanlarda dış ülkelerde yaşamlarını sürdüren bazı Doğu Türkistanlılar Doğu Türkistan’ı işgal eden Çinlilerden söz ederken özellikle “komünist Çin” vurgusu yapma ihtiyacı duymaktadırlar…

 Evet, Doğu Türkistan şu anda Komünist Çin işgali altındadır. Fakat Doğu Türkistan’ın bu gün içinde bulunduğu ahvalin birinci derecedeki müsebbibi sadece komünist Çin(Kızıl Çin) değildir. Dünya kamuoyuna ısrarla “Demokratik Çin” olarak lanse edilmeye çalışılan Milliyetçi Çin’(Kara Çin)de aynı derecede ve hatta daha fazla oranda sorumludur…  

Sözde Demokrasi yanlısı Çinlilerle işbirliği yapılabileceği iddiasını ileri sürenler öncelikle bu Çin milliyetçisi ırkçı Çinlilerden Doğu Türkistan’a şimdiden “Sinkiang” yerine Doğu Türkistan deme sözünü alabiliyorlar mı? Asla alamazlar! Çünkü çok defalar bu yönlü teşebbüslerde bulunulmuş ise de, “Önce Çin’de rejimi değiştirelim ondan sonra tekrar bu konuyu görüşürüz” kabilinden tipik Çin kurnazlığı ve hilekârlığının eseri olan tavırlar ortaya koymuşlardır.

Sakın ola ki, Doğu Türkistan’ın gerçek anlamda İstiklalinden yana olan kişi ve teşekküller bütün dünyayı ablukası altına almaya çalışan “kızıl” ve “kara” Çinlilerin menfur emellerine alet olmasınalar…              

 

Tibet Davası ve Dalay Lama’nın Zafiyeti

 01.11.2008 

İşgalci Çin’e karşı 1950 yılının başlarından beri mücadele vermekte olan Tibetlilerin ruhani lideri Dalay Lama 25.10.2008 tarihinde yaptığı bir açıklama ile yıllardır sürdürmekte olduğu mücadelesine artık son verdiğini ilan etti.

Çin, 7 Ekim 1950’den itibaren 30.000 kişilik bir Çin kızıl ordusu ile Tibet’in doğusunda başlayarak Tibet’in işgalini başlatmıştı. Tibet tamamıyla işgal edildikten sonra, aralıklarla Tibet’te meydana gelen kanlı olaylar sonrasında Dalay Lama ülkesini terk etmiş ve Tibet’in davasını dış dünyada devam ettirme kararı almıştı.

Hindistan başta olmak üzere dünyadaki Budist devletlerin ve diğer batılı ülkelerden birçoklarının desteği ile Tibet’in bağımsızlığı için siyasi mücadelesini sürdürüyordu.(veya Dünya kamuoyu öyle biliyordu.)

Daha sonraki yıllarda ne olduysa oldu Dalay Lama kendi halkının beklentileri ile çelişen açıklamalarını bir biri ardına sıralamaya başladı. Bu davranışı ile bir dönem Tibet davasına inanan ve destek vermeye çalışanları da şaşkına çevirdi.

Son yıllarda sergilemeye devam ettiği siyasi tutarsızlıklarına bakılırsa 1989 yılında almış olduğu Nobel barış ödülünü de, ülkesini işgal eden Çin’e karşı sergilediği “barış yanlısı” tutumu karşılığında almış olmalı diye düşünüyorum. Çünkü ilk yıllarda Tibet’in Bağımsızlığından söz eden Dalay Lama tedrici olarak bağımsızlık fikrinden vazgeçerek sözde özerklik haklarının kapsamının genişletilmesinden söz eder olmuştu. 

İşgalci Çin devleti, Doğu Türkistan’a dünya kamuoyunun gözünü boyamak maksadıyla 1955 yılında tanıdığını ilan ettiği sözde özerklik statüsünün Tibet’e de verildiğini ilan etmişti. Fakat Tibet halkının bu sözde özerkliği değil bağımsızlık istediği biliniyordu.

Çin’in “2008 Pekin Olimpiyatları” için hazırlıklar yaptığı sırada Tibet’teki insan hakları ihlallerini protesto etmek için harekete geçen Tibetlilerin Çin asker ve polisleri tarafından vahşice yöntemlerle bastırılması karşısında da Dalay Lama’nın bir lidere yakışır tarzda tepki göstermekten bile imtina etmesi kamuoyunda şaşkınlık yaratmıştı… Bu kanlı olayların hemen ardından yaptığı bir açıklamasında Çin’den bağımsızlık taleplerinin olmadığı ve Çin’in himayesinde yaşayabilecekleri mealinde cümleler de sarf etmişti…

Ve nihayet 25.10.2008 tarihinde Tibetlilerin “efsanevi” lideri Dalay Lama “siyasi jübile” sayılabilecek  “final” açıklamasını yaptı. Sözde özgürlükleri için çabaladığı insanların, gelecekleri ile ilgili konulara kendilerinin karar vermeleri gerektiğini ileri sürerek ve bu güne kadar Çin’den olumlu bir yaklaşım göremediğini, bu yüzden de ümidini kaybettiğini de söyleyerek mücadeleyi bitirdiğini ilan etti…

Bakalım Tibet halkı bu ani ve “gizemli” kararı nasıl değerlendirecek ve nasıl tepki gösterecek hep beraber bekleyip göreceğiz…

Bu tavrın arkasında nelerin gizli olduğu mutlaka zamanla ortaya çıkacaktır. Dalay Lama nın ileri sürdüğü bahaneler bir milletin geleceğini doğrudan ilgilendiren bir mücadelenin bitirilmesi için geçerli ve yeterli olamaz.

Dalay Lama’nın geçmişten günümüze sürekli olarak “Özerklik haklarının alanının genişletilmesi” “Çin’in himayesinde Tibet kültürünün yaşatılabilmesi” deyimlerini telaffuz etmiş olması, ne yazık ki aklıma bir takım Doğu Türkistanlıların(!) “Çin anayasasındaki özerklik haklarımızı istiyoruz”, “Çin ile masaya oturabiliriz” türünden sabuklamalarını getirdi…

Doğu Türkistan Türlerinin İstiklal Mücadelesi yolunda samimiyet, inanç, sabır, metanet ve kararlılıkla yürüyenler ola ki, günün birinde bir “çatlak” ses duyduklarında kendilerine yakışan tavrı takınacaklar ve hak edenlere gerekli cevabı mutlaka vereceklerdir…

Doğu Türkistan davasının kaderinin Tibet davasına dönüşmemesini dilerim... 

  

Başarısızlıklar “Başarı” Olarak Empoze Ediliyor

27.10.2008 

Başarısızlıkların “başarı” olarak Türk milletine dayatılmakta olduğu günlerde yaşıyoruz.

Bu “zoka”yı artık bu aziz millet yutmamalıdır. Yutmuyor. İşte 5- 7 yıldan beri sürekli olarak halkın karşısına geçip pişkin bir eda ile pembe tablolar çizilmesinin sonucunda gelinen nokta…

Hani bu milletin fert başına düşen milli geliri kâğıt üzerinde 9400 ve hatta 10 bin dolar seviyesine ulaşmıştı? Hani iki lafınızın birinde “Bu milleti tutabilene aşk olsun” diyordunuz?

 Türk milletinin tamamı sayenizde epey bir süredir adı konulmamış bir mali krizi zaten iliklerine kadar yaşıyordu. Sakın ola ki, son günlerde patlak veren “küresel kriz”in ekonomideki başarısızlıklarınızı örten bir can simidi olacağını zannetmeyin… Sizin millete karşı işlediğiniz siyasi cürüm hafızalarda bakidir. Siz hâlâ hangi bilimsel verilere dayanarak bu milletin karşısına çıkıp “bu kriz bizi teğet geçti”, “krizi fırsata dönüştürebiliriz” gibi sözler sarf ediyorsunuz?

Artık “Mızrak çuvala sığmıyor” beyler! Kendinize gelin ve bu millete yalan yanlış dayatmalar yapmaktan vazgeçin. “Deniz bitti kara göründü.” “Stratejik müttefik”inizin dünya ve özellikle de Türkiye üzerine yazıp sahnelemekte olduğu“Büyük oyun”un bir yansıması olan “küresel kriz”in ardına saklanmanız bile sizi uğrayacağınız siyasi hezimetten kurtaramayacaktır…

Yaklaşan mahalli seçimler sizin yüzünüze tutulan dev bir ayna olacaktır… Gerçi siz o aynayı da “dev aynası”na çevirmede, olumsuz ve başarısız görüntüleri bile lehinizeymiş gibi anlatma konusunda mahirsinizdir ya…

Türkiye’nin 25 yıldır karşı karşıya bulunduğu terör belası ile mücadele

Terörle mücadeledeki başarısızlığınızın birinci sebebinin “stratejik müttefik”inizin güdümünde hareket etmeniz ve AB uyum yasalarına olan mahkûmiyetiniz olduğu konusunda Türk milletinde yaygın ve haklı bir kanaat var. Buna siz ne diyorsunuz?

Yurdun birçok bölgelerinde gittikçe tırmanma eğilimindeki iç kargaşa provalarının müsebbipleri ve tahrikçileri ile meclis çatısı altında aynı sıraları paylaşmakta olmanızın zeminini başbakan olma sıfatınızla “Türkiye’de Kürt Sorunu Vardır” diyerek yine siz hazırlamadınız mı?

 Çünkü başları mecliste ve İmralı’da keyif süren bu güruh milli servet sayılan her türlü varlığımıza ve hatta ay yıldızlı bayrağımıza karşı saldırılar gerçekleştirmektedir. Böylece kendi saflarında olmayan, kendileri gibi davranmayan insanların demokratik özgürlüklerini açıkça gasp etmektedirler… Aslında Türkiye’de tedrici olarak Türk milletinin ikinci sınıf vatandaş muamelesine maruz kalmakta olduğu dönemler yaşanmaktadır…

Hükümet olarak bu şer odaklarına karşı ciddi, etkili ve olumlu sonuç getirici eylem planlarınız var mı? Yoksa onların bu menfur eylemlerini de üç beş oy uğruna  “demokratik özgürlükler” içerisinde mi değerlendireceksiniz?

Eğer son zamanlarda milletimizin canını yakan bütün terör eylemleri karşısında “biz terörle mücadelede başarılıyız” diyebiliyorsanız size söylenecek hiçbir söz kalmamış demektir… Ne diyelim? Allah müstehakınızı versin.

Toparlayacak olursak:

Ekonomi tamamen dışa bağımlı hale getirildi. Adeta AB ve ABD öksürdüğünde biz kanser olur hale geldik.

Terör örgütü TBMM çatısı altında temsil edilir ve devlete açıkça meydan okur hale geldi(getirildi) Bunun adına da “demokratik açılım” denildi.

Terörist başı dağda olduğu günlerine göre kendisine “tahsis” edilen İmralı’da bebek ve asker katili bölücü örgüt için daha verimli ve etkili bir “yönetici” durumuna geldi(getirildi)

Ülkeler Lafazanlıkla idare edilemez. Demokrasinin yerleştiği ülkelerde bu kadar çok ve önemli alanlarda başarısız olunması durumunda demokrasinin teamüllerinden olan istifa müessesesi çalıştırılır…

konusunda da bu güne kadar gelmiş geçmiş hükümetlerin içerisinde en başarısız olan hükümet olduğunuza bir itirazınız olabilir mi? Haydi dürüstçe ve cesurca itiraf edin!

 

TÜRK ANASININ METANETİ           

            22.10.2008

            Şehit cenazelerine katılan mahşeri kalabalıklardan yükselen “Ya Allah Bismillah Allahu ekber”, “şehitler Ölmez vatan Bölünmez”, “Bizde askeriz silah isteriz” “Hükümet istifa” gibi nidalardan rahatsız olan bazı kof yürekli “külhanbeyleri”, seçimlerde hezimete uğrayacakları endişesi ile “Kan üzerinden siyaset yapanlar” nutkunun ardında serinlemek istemektedirler.

           

            Gözlerini ve gönüllerini siyasi ihtiraslarının kör ettiği bazı siyasetçiler Türk bayrağına sarılı şehit tabutunun başında asker selamı ile dimdik duran ve titreyen dudaklarından  “Asla ağlamayacağım…”“Düşmanları sevindirmeyeceğim…”,”Vatan Sağ olsun” sözleri dökülen eş, kardeş, anne, baba ve yarenlerin duygularını asla anlayamazlar…

            O anda Şehit annesinin sessiz çığlığı ise aslında yerleri gökleri inletmekte ama o Türk anası, yürekli duruşundan taviz vermemek, düşmanları sevindirmemek ve metanetini kaybetmiş görünmemek için bütün haykırışlarını ve hıçkırıklarını yüreğinin derinliklerine gömmektedir. Çünkü Ciğerparesi olan evladını birtakım kendini bilmez siyasetçilerin siyasi saltanatlarının devam etmesi için değil, canı pahasına sahip çıkmaya kararlı ve buna kendisini mecbur hissettiği kutsal değerlerinin ebediyen yaşaması için şehit vermiştir… Ne birileri tarafından sırtının sıvazlanmasını bekler, nede kendisine kameralar karşısında övgü dolu sözler söyledikten sonra o sözleri söyleyenlerin sözlerinin arkasında durmayıp adeta “buharlaşıp” ortadan kaybolmalarını görmek ister… Çünkü evladının acısını içi boş sözcükler ve hiçbir dünya nimeti dindiremez… O’nun tek beklentisi manevi mükâfatlara erişebilmektir…

            Türk anası işte böyle anadır… Türk anaları Musul’da Kerkük’te, Ermeni istilası altında bulunan Karabağ’da, Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’da, dünyanın en ücra bölgelerinde ve her yerde vatan, millet, hürriyet ve bilcümle kutsal değerler uğruna karşılaştıkları facialar karşısında hep ferasetli ve vakarlıdır…

            Doğu Türkistan’dan bir misal vermek gerekirse, “5 Şubat 1997 Gulca Milli Ayaklanması” sırasında 4 oğlu birden düşmana (Çin askerlerine) esir düşen Hörnisahan isimli bir Türk anasına, gösterdiği şecaat ve sabır sebebiyle Gulca halkı “Demir Ana” lakabını vermiştir. Çünkü bu Türk Anası en son olarak Hikmet Turdi ismindeki oğlunun cenazesini adeta bir düğün olarak telakki etmiş ve “Bu gün oğlumun cenaze merasimi değil toy(düğün) günüdür” diyerek kendisi gözyaşı dökmediği gibi gözyaşı dökenlere de çok sert çıkışmış ve onlarında ağlamalarını engellemiştir… İşte 4 oğlu işgalci Çinlilerce şehit edilen bir Türk anasının metaneti…

Almanya’da yaşayan Abdüşükür ismindeki bir Doğu Türkistanlı Aydın’ın naklettiğine göre, “5 Şubat 1997 Gulca Milli Ayaklanması” sonrasında Doğu Türkistan’da hapishanede dövülerek öldürülmüş bir cesedi defnetmek için mezarlığa gittiklerinde, orada görevli bir mezarcı, kız ve erkek olmak üzere bir gecede 57 kişinin defnedildiğini anlatmıştır. Üstelik bu 57 Doğu Türkistanlı gencin cenaze namazlarının kılınamadığını, onlara yeni mezar dahi kazılmayıp eski mezarların iskeletleri bir kenara yitilerek yeni cesetlerin üzerlerindeki giysilerle beraber çukurlara atılarak üzerlerinin kapatılmış olduğunu söylemiştir…

 Gulca’daki birçok anne-babalar ise aradan geçen 11 yılın sonunda bu güne kadar kendi evlatlarının halen sağ olup olmadığı konusunda bir haber alamadıkları halde bir ümitle ve tevekkül içinde beklemeye devam etmektedirler. Kim bilir belki de yolunu gözledikleri evlatları, karanlık bir gecede yüzyılımızın yüzkarası karanlık yüzler tarafından libasları ile gömülen 57 cesedin arasındadır… Ama Türk anasındaki sabır ve cesaret milli ve manevi duygularından zerre kadar dahi taviz vermesine engeldir…

Aslında böylesine sığ, milletten kopuk,  şehit yakınlarının duygularına yabancı ve siyasi çılgınlık içinde davranışlar sergileyenler tedrici olarak kendi “ip”lerini çekmekte olduklarının farkında olamamaktadırlar.

 

Türk Silahlı Kuvvetleri Yıpratılmaya Çalışılıyor

18.10.2008

Türkiye çok önemli ve hassas bir dönemden geçmektedir. Bu esnada “bulanık suda balık avlamak” isteyen içerideki ve dışarıdaki bir takım karanlık maksatlı güruhlar adeta fırsatı ganimet bilerek söz birliği etmişçesine Türkiye’ye ve Türk milletine yönelik saldırılarını arttırmış bulunuyorlar. Bu topyekûn saldırıların öncelikli hedefi ise Türk Ordusu mensupları olmaktadır. Oysaki Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk Milletinin en hassas ve en güvenilir kurumu olduğu konusunda Türk milletinde yaygın bir mutabakat ve kanaat söz konusudur.

 Özellikle de son yıllarda bu güzide kurumun bir takım odaklar tarafından sistematik bir biçimde yıpratılmak, yaralanmak, pörsütülmek ve Türk milletinin gözünden düşürülmek istendiği açıkça görülebilmektedir. Çünkü iç ve dış saldırganlar bilmektedirler ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri O’nun en ciddi ve gerçek anlamdaki koruyucusu hep TSK’ olmuştur. Bu sebeple Türkiye üzerine yapılan karanlık planların ve Türkiye’yi bölüp parçalama gayretlerinin başarıya ulaşması için öncelikle TSK’nın gözden düşürülmesi ve Türk milletinin sinesinden çıkan bu kurum ile milletin arasının açılması gerekmektedir.

Basın özgürlüğü adına her türlü melanet senaryolarını icra etmeyi mubah görenler unutmamalılar ki, bindikleri dalı kesmeye uğraşmaktadırlar. Basın özgürlüğü kavramının nerede başlayıp nerede bittiğini, bitmesi gerektiğini anlayamayan veya kasıtlı olarak basın özgürlüğünün sınırlarını ihlal etme niyeti taşıyan bu güruh çok tehlikeli bir noktaya doğru kürek çekmektedirler.

Bu, mide bulandıran, kafa karıştıran ve dış güçlerin menfur planlarına payandalık yapanlar Türkiye’nin bu gün içinden geçmekte olduğu hassas dönemde “yangına benzin dökmektedirler” 

Bu güne kadar kendilerince “28 Şubat” döneminin öcünü almak için pusuda bekleyenler adeta Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu terör belası ile mücadelenin öncelikli sıralamasını bile geriye atarak birinci sıraya TSK mensuplarına karşı linç kampanyaları başlatma girişimlerini oturttular.

İşin daha da ilginç tarafı ise bu karanlık maksatlı güruhların Türkiye’deki uzantısı ve taşeronları bütün bu ikrah verici senaryoların icrasını “daha fazla demokrasi” adına uygulamaya çalışmaktadırlar. Eleştiri yerine karalama, yaftalama ve linç kampanyalarının adı ne zamandan beri “demokratik hak ve özgürlükler” ile birlikte anılmaya başlandı?

Ey daha fazla “demokrasi”, “düşünceyi ifade özgürlüğü” ve “şeffaflık” isteyen aklı evveller! Sizin bu gün devletin çok önemli bir kurumunun başında bulunan generallere yönelttiğiniz kasıtlı kampanyalarınızın binde birini dahi Türkiye’de değil de bir demir perde ülkesi olan Çin’de icra ediyor olsaydınız işte o zaman “düşünce özgürlüğü”nün ne anlama geldiğini size çok iyi ve anladığınız dilden öğretirlerdi…

Sizin şeffaflıktan anladığınız, devlet sırrı sayılabilecek konuları dahi bir şekilde ele geçirerek Türkiye ve Türk düşmanlarına deşifre etmek midir? Sizin demokrasi ve düşünceyi ifade özgürlüğünden anladığınız, devletin güvenlik güçlerine karşı “pireyi deve yaparak”  açıkça linç kampanyaları başlatmak ve içinizde besleyip büyüttüğünüz ordu düşmanlığınızı kusmak mıdır?

Türkiye’de hükümetin başının, muhalefet partilerinin demokrasinin gereği olan eleştirilerine kulağını tıkayıp, kapılarını kapatarak “küskün ve hırçın çocuk” rolü oynadığı bir dönemde birileri de TSK’ ya saldırma kampanyaları başlatıyor… Bu hengâmede de 15.10.2008 akşamı saat 20.30 sıralarında Hakkâri’deki operasyonlar sırasında 5 şehit daha verildi… Şehitlerimize Allah’tan rahmet, Kederli ailesine, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk milletine de baş sağlığı diliyorum…

Türk Silahlı Kuvvetleri dış güdümlü iç düşmanların iftira, linç ve karalama kampanyaları ile mi mücadele etsin, yedi düvel’in ortak piyonları olan terör örgütü ile mi mücadele etsin?

 İnsaf edin ey sureti haktan görünerek Türk devletine ve Türk milletine düşmanlık edenler!

 

“Cengiz Aytmatov Gecesi” Hakkında Düşünceler

15.10.2008

11.10.2008 Cumartesi günü Kayseri Büyükşehir Belediyesi Meclis salonu Türk dünyası açısından çok mühim ve anlamlı bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Türk Dünyasının ve Dünya Edebiyatının En Büyük Yazarlarından biri olan Cengiz Aytmatov’u Anmak maksadıyla düzenlenen bu nezih toplantının organizasyonu Kayseri’de yeni kurulan ve daha ilk adımda mükemmel bir çıkış yapan  “Erciyes Şairler ve Yazarlar Derneği” tarafından gerçekleştirilmişti.

Bu anma programının Kayseri’deki Türk dünyası sevdalılarının takdirini kazandığından hiç şüphem yok. Bu derneğin Türkiye’nin ve Türk dünyasının kültür hayatına büyük katkılar sağlayacağına da yürekten inanıyorum… Salonda Kayserinin tanınmış yazar, şair ve bilim adamlarından olmak üzere birçok şahsiyet ve basın temsilcileri de bulunuyordu.

Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’nin de geceye katılmış olması büyük takdir topladı…

Gecenin sunuculuğunu Ali Peker ve Betül Övünç yaptılar.       

Derneğin başkanı olan gönül dostum, yürekli, fedakâr, cefakâr ve Kayseri kamuoyunda ve basınında “Ozan Melikgazi” mahlası ile tanınan Muhterem insan Ziya Şahin’in şahsında dernek yönetim kurulu üyeleri Ali Şükrü Tencel, Ahmet Vehbi Ecer, Ali Peker, Betül Övünç Deniz Dengiz Şimşek ve Güner Dinçaslan’a da tebrik ve teşekkürlerimi arz ediyorum.

Dernek başkanı Ziya Şahin gecenin anlam ve önemini anlatan bir açış konuşması yaptı. Toplantıya iştirak eden Cengiz Aytmatov’un manevi kızı Güzel Sarıgül, Aymatov ile ilk tanışma serüvenini ve Aytmatov’un bilinmeyen yönlerinden kesitler anlattı.

Sarıgül hanım, Cengiz Aytmatov’un kâğıda karşı alerjisinin olduğunu, bu yüzden de kitaplarını yazarken ne derece büyük sıkıntılar yaşamış olduğunu ama bu sıkıntısının başkaları tarafından duyulmaması için yakınlarına devamlı telkinlerde bulunduğunu söylüyordu.

Mütevazı bir hayatı benimseyen Aytmatov’un gittiği lokantalarda garsonlara emirler yağdırmaktan hazzetmediğini, bu yüzden de lokanta görevlilerinden talepte bulunmak yerine bizzat tabağını kendisinin doldurarak kendi servisini kendisinin yaptığını ve hatta yakınlarının tabaklarını da kendinsin doldurup masaya getirdiğini manevi kızının ağzından öğrendik.

Sarıgül hanım yine, Aytmatov’un bayramlarda tanıdığı bildiği bütün dostlarının bayramlarını ilk olarak kendisinin kutlamak istediğini ve bu konuda çok hassas davrandığını da naklediyor…

Nurkal Kumsuz da yaptığı konuşmada Türk ve dünya edebiyatının efsanevi yazarlarından biri olan Cengiz Aymatov’un hayatı ve eserlerinden söz etti…

  Cengiz Aytmatov’un Manevi kızı Güzel Sarıgül hanımefendi Kayseri’ye vasıl olduktan sonra kendisiyle önce telefonla daha sonra da gecenin düzenlendiği salonda bizzat tanıştık. Kendisinin dedesinin de Doğu Türkistan’ın Gulca vilayetinden olduğunu ve sonradan Kırgızistan’a göç etmiş olduğunu öğrendim…

Düzenlenen anma toplantısında maksat hâsıl olmuş, kamuoyuna gereken mesaj verilmişti…       

Cengiz Aytmatov hayatı boyunca eski Sovyetler Birliğinin Türk soylulara yönelttiği bütün baskı, şiddet, soykırım ve sindirme politikalarına rağmen ideallerinden ve edebiyat dünyasındaki çizgisinden zerre kadar bir sapma göstermemiştir. Aytmatov belki Nobel ödülü alamamıştı... Belki de almak istememişti… Çünkü “Nobel ödülü” adı verilen ucube ödülü alabilmek için Orhan Yamuk( yazılarımda ve konuşmalarımda özellikle “Yamuk” deyimini kullanıyorum.) gibi kendi milletine iftira atan bir müfteri durumuna düşmesi gerektiğini ve dünyadaki Türklüğün ezeli ve ebedi düşmanlarına yaltaklanması gerektiğini biliyordu. Böyle bir haysiyetsizliğe ise onun lügatinde ve kişiliğine asla yer yoktu.

Fakat biz biliyoruz ki, Cengiz Aytmatov 250 milyon nüfusa sahip Türk dünyasının ve dünyadaki gerçek ve bağımsız Edebiyat tutkunlarının ödülünü çoktan hak etmiş ve almıştı bile… Mekânı cennet olsun.

 

“Küresel Kriz” ve Terör Eylemlerinin Zamanlaması

11.10.2008

“Küresel Kriz” diye adlandırılan ve yine kaynağı Küresel işgalcilerin kendileri olan mali kriz senaryoları, gelişmesini ve kalkınmasını henüz tamlayamamış olan ülkelerde ciddi oranda sarsıntı ve vehimlere sebebiyet veriyor. Bu  “ekonomik kriz”in rüzgârından haliyle Türkiye’de etkileniyor.

Diğer dünya ülkeleri bu krizi nasıl atlatırlar bilinmez. Ama Türkiye’nin bu krizi atlatması biraz daha sıkıntılı olacak gibi görünüyor. Çünkü Küresel haydutların ve batılı sözde dostlarımızın besleyip palazlandırarak üzerimize saldırttıkları kiralık katiller güruhu, sahiplerinin emir-komutası ile tam da “küresel kriz”in eşiğine gelindiği bir zamanda saldırı ve tedhişlerini arttırdı.

Hükümetin ekonomideki başarısızlıklarına, anlamsız siyasi düellolar,“küresel kriz” ve birden bire artış gösteren terör belası da eklenince ortalık “toz-duman” hale geldi. Adeta göz gözü görmüyor. Bu “kördöğüşü” ortamının birilerinin işine yaradığı ise muhakkak…

 Güpegündüz 300 küsur kişilik bir kuduzlar güruhunun karakol basmaları ve yine aynı güruhun uzantılarının polis otobüsüne saldırmaları sonucunda birkaç gün içerisinde toplam olarak 20’den fazla güvenlik görevlimizi şehit etmelerinin zamanlama açısından bir tesadüf olmadığını düşünüyorum. Bütün bunlara Balıkesir ve Adana’daki “iç savaş provaları”nı da eklerseniz “fotoğrafın karesi”nin ne anlattığını gayet açık ve net olarak görebilmek mümkündür.

Bu değerlendirmelerim bir komplo teorisi olarak algılanmamalıdır. Sınırlarımızın dışından ve Okyanus ötesinden Türkiye üzerine onlarca yıldan beri planlar yapanların artık zamanın geldiği kanaatiyle düğmeye bastıkları aşikârdır.

Türkiye yekvücut bir şekilde siyasi fırsatçılıkları biryana bırakarak ve paniğe kapılmadan yapılması gerekenleri sıraya koyarak icraat yapmalıdır.  Çünkü bir hastalığın mikropları da vücudun en zayıf ve savunmasız anını kollar ve saldırıya geçer… Son terör eylemleri de bunu açıkça gösteriyor…

 İlk iş olarak, ortamdan istifade ile Türk silahlı kuvvetleri mensuplarını incitecek ve onları yıpratacak girişimlerde bulunmaktan, sözler söylemekten ve yazılar yazmaktan hassasiyetle kaçınılmalıdır. Komutanları eleştirmeye kalkışanların hayat hikâyelerine bir göz atılacak olunursa kendilerinin de  “sütten çıkma ak kaşık” olmadıkları görülür.

 Türk milletinin her yönden güvenebileceği bazı kurumlarının mutlaka olması şarttır. Özellikle de Türk Silahlı Kuvvetleri Türk milletinin uzun yıllar boyunca güven duyduğu kurumların başında gelmektedir ve öyle kalmalıdır.

 İçinden geçilmekte olan şu hassas dönemde Ordu mensuplarına aymazca dil uzatmak “kendi ayağına kurşun sıkmak” anlamına gelecektir. Nitekim Türkiye ve Türk düşmanlarının ve onların yerli taşeronlarının da istedikleri, içeride kargaşa çıkartmak suretiyle menfur emellerine ulaşmaktır.

İçte ve dışta Türkiye ve Türk milleti üzerine karanlık senaryolar yazıp uygulamaya çalışan ihanet odaklarına asla zemin hazırlanmamalı ve onların ellerine koz verilmemelidir.

Meclis içerisine sızan ve dillerinden “demokrasi” ve “barış” söylemlerini düşürmeyip açıkça Türk milletinin hassasiyetleri ile alay ederek sabrını sınamaya kalkışan sözde mebuslar hadlerini bilmedikleri ve Türk milletinin hassasiyetlerine saygı göstermedikleri sürece diğer meclis üyeleri tarafından yalnızlığa mahkûm edilmelidirler. Bu da bir takım “habis ur”ların devlete ve millete arşı her türlü densizliği yaptıktan sonra ardına gizlendikleri demokrasi kavramının içerisinde var olan kişisel haklardandır.

Meclis içerisindeki malum güruhun dışında kalan bağımlı ya da bağımsız bütün mebuslar tavırlarında tutarlı olmak ve kendilerini oraya temsilci olarak gönderen Türk milletine karşı sorumluluklarının bilincinde olduklarını göstermek zorundadırlar...

Öyle zannediyorum ki, “Küresel Kriz”in mimarları dünya genelinde istediklerini elde etmek için yeni bir “proje” uygulamaktadırlar. Amaçlarına ulaştıktan sonra “Küresel kriz” i de derhal sona erdireceklerdir…          

İşte bu süreçte Türkiye çok temkinli, soğukkanlı, dikkatli davranmak ve milli değerleriyle hareket etmek durumundadır.

 

Türk Milleti Söz Yerine Ciddi İcraatlar Beklemektedir

07.10.2008

Türkiye’deki siyasi iktidar artık sözün bittiği noktaya gelinmiş olunduğunu anlamalıdır. Kahraman Türk askeri Askerliğin yan gelip yatma yeri olmadığını çok iyi biliyor ve bunu bildiğini de gayet açık bir şekilde, şaibeli “çürük raporları”nın arkasına gizlenmeden gösteriyor.

Ülkeyi yöneten siyasi irade de Türkiye Büyük Millet Meclisinin yan gelip yatma yeri olmadığını hiç olmazsa terörle mücadele konusunda gösterebilmelidir. Gösteremiyorsa çekilip gitmeyi bilmekte bir erdemliliktir… 

Yürekler yine yandı. 15 vatan evladı daha kahpe saldırılar sonucunda şehit oldu. Sakın hiç kimse “23 terörist etkisiz hale getirildi” diyerek teselli bulmaya çalışmasın. “Yediği kaba pisleyen” onlar gibi nankör hainlerden binlercesinin leşi bir tek şehidimizin potinlerindeki çamur parçası ile bile kıyaslanamaz.

Yine her zaman olduğu gibi “Yorumcular”, “Strateji Uzmanları” ve bir takım siyasetçiler televizyon ekranlarında arzı endam ederek fikir beyan etme yarışına girdiler… Milletimiz onlarca yıldır ayni klişeleşmiş sözleri duymaktan bıktı usandı… Hemen her gün şehit veren asil halkımız öfkesinden adeta barut fıçısına dönmüş durumda…

Türk milletinin sabrını zorlayanlar sadece bölücü ihanet odakları değil. Türk halkının, terörün bitirilmesi noktasındaki beklentilerine cevap vermekte aczi yet sergileyen siyasi iktidarda milletin sabrının sınırlarını zorlamaktadır.

Kan içici ve onun bunun maşası teröristlerin başlıca barınma yerlerinden olan kandil dağı ve benzeri yuvaları hava harekâtı ile yerle bir edilip tarumar edilmemişimiydi?  Güney sınırlarımızın güvenli hale getirilmiş olmasına rağmen nerden veya hangi noktalardan sızdıkları belli olmayan bu kadar çok sayıdaki teröristin aynı anda( alınan haberlere göre de üstelik gündüz vakti) saldırı gerçekleştirmeleri oldukça düşündürücü değil mi? Hani ABD ile istihbarat anlaşması yapılmıştı? Zaten terörle mücadelede istihbarat gibi çok hassas bir konunun ABD gibi ikiyüzlülüğü kesinlik kazanan bir devlete bırakılmış olması da anlaşılır gibi değildi…

Yaklaşık 400 civarında askerimizin bulunduğu Aktütün Jandarma Sınır karakolunun 1992’den bu yana 5. defa saldırıya maruz kaldığı biliniyor. Askeri yetkililer bu günlerde yaptıkları açıklamalarda Irak yönetiminin terörle mücadelemize destek vermediklerini ifade etmektedirler… Artık şu çok iyi bilinmelidir ki, Türkiye terörle mücadelesinde tek başınadır. Mevcut hükümetin zirvesindekiler de “dinler arası diyalog” safsatalarını ileri sürmekten, Barzani ve Talabani adlı ABD kuklası çapulculara da “kardeşim” diyerek onlara serenat yapmaktan vazgeçerek Türk devlet adamlığının gerekliliklerini yerine getirmelidirler…

Hükümet ve Muhalefet partileri aynı asgari müşterek olan terörün kökünün kazınması konusunda öncelikle terör örgütünün anakentlerdeki ve meclis çatısı altındaki destekçilerinin ve uzantılarının ukalalıklarına son vermek için kolları sıvamalıdırlar. Şehitlerimizin acısı yüreklerimizi dağlarken dağdaki kiralık katillere “gerilla” diyen elebaşılar Türk milletini açıkça tahrik etmekte ve yangına benzin dökmektedirler. Eğer Meclis içerisindekiler bu konuda siyasi zekâlarını kullanarak, yabancı maşası kiralık katillerin meclis içindeki “avukat”larının seslerini kesemiyorlarsa topluca istifa etmelerinin önünde bir engel bulunmamaktadır...

 

Türk milletinin artık akıtacak ne gözyaşı, ne gösterecek sabrı kalmıştır. Türk-İslam kültüründen kaynaklanan metaneti sayesinde gözyaşlarını sessizce içine akıtmakta ve düşmanlarını sevindirmemek için dimdik ve vakarlı duruşunu sürdürmektedir. Türk milleti artık içi boş beylik söylemlerden bıkmıştır. Terörle mücadele konusunda politik nutuklar atılmasını değil, ciddi, etkili ve olumlu sonuçlar getirecek icraatlar yapılmasını beklemektedir.

Bebek katillerinin elebaşını kuş sütü ile beslemekle, onun meclis içindeki taşeronları ile kol kola görüntüler verme aymazlığı ile dağdaki eli kanlı katillerle nasıl başa çıkmayı düşünüyorsunuz beyler!

 

Orhun Kitabeleri Ders Olarak Okutulmalıdır

04.10.2008         

Türk milletinin ezelden ebediyete miras bıraktığı ilk yazılı eserlerinden olan Orhun Yazıtları, aradan geçen yaklaşık 1300 yıl sonra bile günümüzde ehemmiyetini aynen muhafaza etmektedir. Aynı zamanda bu kitabeler

720 ilâ 735 yılları arasında Orhun kıyılarında dikildiği için  ‘Orhun Abideleri’ olarak anılan anıtlar Bugünkü Moğolistan sınırları içerisinde yer almakta olup,  Türk kağanlarının o dönemlerde yaşadıkları bütün olumsuzluklardan kendilerinden sonraki kuşakların ders çıkartmaları ve düşman tuzaklarına düşmemeleri için taşlara yazıp bıraktıkları nasihat ve vasiyetleri içermektedir.

 Bu anıtların en önemlilerinden 3 tanesi  “Bilge Kağan”, ”Kül Tigin” ve “Tonyukuk” anıtlarıdır.

Mesela Bilge Kağan’ın şu sözleri geçmişten günümüze kadar Türk milletine karşı olan düşmanlığından asla vazgeçmeyen ve vazgeçmeyecek olan Çinliler konusunda çok ciddi bir uyarı niteliğindedir: Milletim:Bu sözümü iyice işit.... İyice dinle... Üstte mavi gök, altta kara yer yaratıldığında ikisi arasına insanoğlu yaratılmış. İnsanoğlu üstünde atalarım Bumin Kağan, İstemi Kağan Hükümdar olmuş. Türk milletinin ilini tutmuş töresini düzenlemişler... Ordu yürütüp dört bir yandaki başlıya baş eğdirmiş dizliye diz çöktürmüş... Çin milleti ile komşu olmuşlar. Altını, gümüşü, ipekliyi sıkıntısızca veren Çinlinin sözü tatlı ipeklisi yumuşak imiş... Bunlarla uzak kavimleri kendisine yaklaştırır, sonra kötülük edermiş... Bilge kişiyi, yiğit kişiyi sevmez, yürütmezmiş... Türk milleti varlığa, tokluğa ve rahata alışıksın.Böyle olduğu için boş tatlı sözlere kanıp Kağanının, Beyinin sözünü beklemeden her yere gittin, aldandın, aldatıldın, böyle olunca oralarda hep mahvoldun….”

Göktürkler döneminde dikildiği için “Göktürk Anıtları” olarak ta anılan bu anıtlar Türk dünyası ve Türk milleti için çok büyük bir ehemmiyete sahiptir. 

Bu Anıt taşlar ilk defa 1889 yılında bulundu. 1893 yılında Danimarkalı dilbilimci Wilhelm Thomsen tarafından, Rus Türkolog Vasili Vasilyeviç Radlof'un yardımıyla çözüldü Aynı yıl 15 Aralıkta, Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi’nde bilim dünyasına tanıtıldı

 Türk dünyasında ise bu anıtlarla ilgili ilk çalışmalar Necip Asım ve M. Fuat Köprülü tarafından yapıldı, Hüseyin Namık Orkun, Muharrem Ergin, Nihal Atsız, Ahmet Bican Ercilasun, Osman Fikri Sertkaya ve Cengiz Alyılmaz gibi Türkologlar, dikili taşlar üzerinde kapsamlı çalışmalar yaptılar.
            Türk devlet ve ordu yapısının, Türk milletindeki toplumsal yaşamının, Türk töresinin ehemmiyetinin, savaşların ne sebeplerle kaybedildiğinin ya da kazanıldığının da açıklandığı bu kitabeler dünyadaki birçok yabancı bilim adamlarının da ilgisini çeken ve onları Türk milleti hakkında daha detaylı araştırmalara sevk eden hususlardır…

Haberlerden anlaşıldığına göre, “bozuk bir saatin de 24 saatte 2 defa doğruyu gösterdiği” gibi Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) tarafından temeli 2005 yılının Temmuz ayında atılan 46 kilometrelik “Bilge Kağan Yolu” 6 Ekim 2008 tarihinde ulaşıma açılacak. Bu yol sayesinde Orhun kitabelerine ulaşımın daha kolay hale geleceği bildiriliyor…

Türkiye’nin Türk dünyasına yönelik projeleri ve katkıları sadece yol inşaatından ibaret olmamalıdır. Esas olan, Orhun kitabelerinde yer alan mevzuları Türk milletinin öğrenmesi, dünyadaki bütün Türk devletlerinde ve beldelerinde hayata geçirilmesi konularında çok ciddi proje ve çalışmalara da imza atması ve yürürlüğe koyarak bu alanda faaliyet göstermesidir. Orhun kitabelerinin içeriğindeki mevzular sadece taşlar üzerinde yıpranmaya terk edilmemeli, Türkiye’deki milli Eğitim müfredatında yer almalı ve çocuklarımıza terörist başının yakalanış hikâyesini öğretmek yerine ders olarak okutulmalıdır… Geçmişini bilmeyen milletler geleceklerine yön veremezler... Sayın yetkililer! Görelim sizi… Cesur olun ve sadece siyasi getirim peşinde olmadığınızı gösterin!

Türk adının, Türk Milleti'nin adının geçtiği ilk Türkçe metinlerdir.

 
GÜÇLÜNÜN DEĞİL HAKLININ YANINDA OL!
 

DOĞU TÜRKİSTAN DAVASININ 
EFSANE LİDERİ
MERHUM İSA YUSUF ALPTEKİN İ 
VEFATININ 13. YILINDA
RAHMETLE YAD EDİYORUZ
MİLLİ MARŞIMIZ
 

-----MLLİ MARŞ(Türkiye Türkçesi) Kurtuluş yolunda su gibi aktı kanımız, Senin için ey yurdum, olsun feda canımız Kan dökerek, can vererek, seni kurtardık, Kalbimizde, kurtuluş için imanımız vardı. Yar oldu, himmetimiz sana, Dünyaya hükmetmişti geçmiş ecdadımız. Yurdum, kanla temizledim seni, Artık kirletmeyiz, Türk'tür adimiz. Qurtulush Marşi (Uygurca) Qurtulush yolinda sudek aqti biznig qanimiz, Sen üçün ey yurtimiz bolsun pida janimiz. Qan kiçip hem jan birip akhir qurtuldurduq sini, Qelbimizde qutquzushqe bar idi imanimiz. Yar hem dem boldi biznig himmitimiz sen üçün, Dunyani sorghan idi ötken ulugh ejdadimiz. Yurtumuz biz yüz-közigni qan birle pakizliduq, Emdi hiç kirletmigeymiz çünki Türktur namimiz. -----

DOĞU TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ MİLLİ MARŞI

-----www.doguturkistancumhuriyeti.tr.gg-----

FACEBOOK TAKI DOĞU TÜRKİSTAN
 

facebook takı gruplarımız

HEP BERABER EL ELE!
 

 


DOĞU TÜRKİSTAN GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU


HELKARA UYGUR FACEBOOK GURUPPISI

ERKİN ASYA RADYOSI(RADYO OF FREE ASIA)

RABİYE KADİRNİ KOLLIGUQILAR


ÇİN SOYKIRIM YAPİYOR DİYENLER

EASTERN TURKİSTAN FREEDOM CLUB



ÇİN İN Hz.FEYGAMBER EFENDİMİZE 
SAYGISIZLIK YAPMASINI KINIYORUZ


UYGUR HABER AJANSI

REPUBLİC OF EASTERN TÜRKİSTAN

YES CHİNA GENOCİDE İN EASTE

UYGURLAR VE UYGUR 
DAVASINI DESTEKLEYENLER

SÜRGÜNDEKİ DOĞU TÜRKİSTAN
 TEŞKİLATLARI


UYGUR SOYADINI TAŞIYANLAR

KOMÜNİST ÇİN İN KURUCUSU 
MAOZEDUNG SUYKIRIM YAPMIŞTI

58. BULVAR A 
DOĞU TÜRKİSTAN ADI VERİLSİN!

TÜRKÇE KONUŞAN TOPLULUKLAR
KULÜBÜ

FACEBOOK TAKI
UYGURLAR

TÜRKİYE&DOĞU TÜRKİSTAN 
VE BATI TÜRKİSTAN İTTİFAKI

GUANTANAMODA UYGURLARI 
TÜRKİYE KABUL ETSİN!

ÇİN ! DOĞU TÜRKİSTAN DAKI

UİGHUR WARRIORS

LONDON UYGHUR ENSEMBLE

ENTERNATIONAL 
EASTERN TURKISTAN TEAM


ATOM DENEMELİRİNİ DURDUR!


www.turkistanim.org
www.uyguristan.tr.gg


----------------


ÇİN SOYKIRIM TASARISI T.B.M.M DEN GEÇSİN DİYENLER


XİNJİANG DEĞİL DOĞU TÜRKİSTAN

WE ARE NOT TERRORİSTS

EHMETCAN KASIMI SUYKEST BİLEN ÖLTÜRÜLDİ



----------------

www.easternturkistan.tr.gg

www.doguturkistanim.tr.gg

www.uygur.org


ÇİN DOĞU TÜRKİSTANDAN ELİNİ ÇEK!

DOĞU TÜRKİSTAN İSLAM CUMHURİYETİNİN İHYA OLMASINI İSTEYENLER


TURKİYE & DOĞU TÜRKİSTAN DOSTLUK KULÜBÜ


UYGUR NEWS AGENCY

 









Seda Aydın
 

DEVLET BÜYÜKLERİMİZ


YUSUFHAS HACİB..



İSAYUSUF ALPTEKİN


MEHMET EMİN BUĞRA


MESUT SABRI BAYKUZI


RABİYE        KADİR



BARAT HACI


E.GENERAL. MEHMET RİZA  BEKİN




----------------


----------------

................................ .............................
----------

DOGUTÜRKİSTAN CUMHURİYETİ

BAĞIMSIZ TÜRK CUMHURİYETLERİ 

 

 
şuana kadar 35760 ziyaretçikişi burdaydı!

uygur news agency
Google
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol