Terörle Mücadeleye Meclis İçerisinden Başlanılmalıdır
08.11.2008
Türkiye şu anda bir yandan Ergenekon davasına, bir yandan Mart 2009’da yapılacak olan mahalli seçimlere ve diğer yandan da mimarları“küresel haydutlar” olan krizi “fırsata dönüştürme” çabalarına kilitlenmişken, kuyrukları dağlarda can çekişen çıyanların anakentlerdeki başlarının menfur eylemlerini gözden kaçırıyor…
Terörist oldukları ve teröristlere yardım ve yataklık ettikleri kesinleştiği için hapse atılan bazı terör örgütü mensuplarını hapisten çıkartarak meclis binasında ve bakanlık makamlarında ağırlayanlar ve sonunda da Meclis çatısı altına “milletvekili” olarak taşıyanları Türk milleti kendi vicdanında ebediyen mahkûm emiştir…
Çünkü bölücü örgütün temsilcilerinin ve savunucularının meclise girmelerinin yolunu açanlar 1980 yılının başlarında ortaya çıkan dış güdümlü bölücü terör örgütüne en büyük desteği sağlamışlardır.“Bu nasıl oldu?” diye sormaya gerek yok. Çünkü Türkiye kamuoyu biliyor ki, “Türklük” yerine “Türkiyelilik” deyimini ortaya atan ve “Türkiye’de Kürt sorunu vardır” diyen yetkili ağızların Türkiye’de etnik ayrımcılıkların temelini attıkları bir gerçektir…
Bölgede siyasi çıkar elde edebilmek uğruna sarf edilen ve tarif edilemez bir siyasi ihtirasın sonucu olarak ortaya atılan bu “maksatlı” söylem ne yazık ki, Türkiye’deki bölücü akımlar için bulunmaz bir fırsat oldu. Oysaki günümüzdeki toplumsal durum üzerinde genel bir değerlendirme yapılacak olursa aslında Türkiye’de bir Türk Sorununun olduğu görülecektir. Çünkü Türkiye’de tehdit ve tehlike altında bulunan Türk kimliğidir. Meclis içerisinde Türk milletinin ve Türk kimliğinin karşı karşıya bulunduğu problemleri gündeme getirmesi gereken mebuslarımız da maalesef “birilerini” gücendirmemek için susmayı ya da muğlâk ifadeler kullanmayı tercih etmektedirler.
Terör örgütü savucularının hapisten Meclise taşınmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en kutsal mekânı olan TBMM’deki siyasi ahenk bozulmuş, çatlak sesler çoğalmış ve artık meclisteki gündemin büyük bölümünü söz konusu bölücü örgüt avukatlarının hezeyanları işgal ettiği için meclisin verimliliği de büyük ölçüde kayba uğramış bulunuyor.
Meclis içerisinde her geçen gün biraz daha küstahlaşan bölücü örgüt savunucularının örgüt renklerini kullanarak hazırladıkları melanet yumağı ve ihanetin belgesi sayılan sözde kitaplar Mecliste dağıtılırken “Milletin Vekilleri”nin ciddi ve ses getirici bir tepki göstermemiş olmaları da Meclisteki durumun vahametini ortaya koymakta ve Türk milletinin kaygılarını arttırmaktadır.
Meclis içerisine sızmayı başaran malum “habis ur”lar güruhunun ülkemizin bölünmez bütünlüğüne yönelik salya-sümük saldırılarına “şaşı bakan” ve Türk milletinin hassasiyetlerine yönelik saldırıları sadece siyasi kaygılarla geçiştiren siyasetçileri Türk milleti hiçbir zaman affetmeyecektir.
Devletin ve Türk milletinin bekasına yönelik olarak her geçen gün biraz daha dozu artan saldırılara karşı “üç maymun” tavrını sürdüren ve seçimlerde alacakları oydan başka bir kaygı taşımayarak bölücü güruhların “değirmenlerine su taşıyanlar” ilk fırsatta Türk milletinin “Osmanlı Tokadı”nı suratlarının ortasında hissetmeye hazırlanmalıdırlar…
Evet; yaklaşan seçimler, “küresel kriz”, Ergenekon davası, ABD seçimlerini kimin kazandığı(sanki bu güne kadarki ABD-Türkiye ilişkilerini değiştirecekmiş gibi) meselesi vs. ama bunların hiçbiri Türkiye’nin adeta kangrene dönüşen terörle mücadele konusundaki hassasiyetini asla gölgelememelidir…
Terörle mücadelenin T.B.M.M. içerisindeki bölümü çok büyük önem kazanmıştır. Gerçek anlamda terörle mücadele edilecek ise, mücadelenin Meclis içerisindeki bölümüne büyük önem verilmeli ve meclis içerisindeki terör örgütü savunucularına karşı daima “tetikte” olunmalıdır… Çünkü artık dağdaki eşkıyanın anakentlerden ve Meclis içerisinden destek aldığı aşikârdır…
“Kızıl” ve “Kara” Çinlilerin Ezeli Türk Düşmanlıkları
05.11.2008
Bir Çin Atasözünde, “Kedinin kara ya da ak olması önemli değil, önemli olan fare yakalamasıdır” deniliyor. Bu sebeple Çinlinin Kızıl(Komünist Çin) ya da kara(milliyetçi Çin) olması Doğu Türkistan Türkleri açısından önemli sayılmamaktadır. Zira Çinlilerin her iki ideolojisinden de Doğu Türkistan Türkleri çok büyük zararlar görmüş, görmeye de devam etmektedir.
Doğu Türkistan 17. yüzyılın ortalarından beri devlet kurduğu dönemler hariç, aralıklarla bu güne kadar Çin işgali altında bulunmaktadır.
Çin emperyalistlerinin komünist ideolojiye sahip olmalarının ya da olmamalarının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Çünkü 1949 yılında Çin’deki iktidar kavgalarından galip çıkan Mao Ze Dung ve yandaşları, sadece Çin’de iktidarı değil, Milliyetçi Çin olarak bilinen ve kendilerinden önce Çin ırkını Orta Asya bölgesinde ve hatta dünyada hâkim güç kılmak uğruna sayısız insanın kanına giren “Kara Çinliler” den Çin şovenizminin kızıl bayrağını da devralmışlardır.
Komünist Çin, ırkçılık konusunda Milliyetçi Çin’i kesinlikle gölgede bırakacak bir ideolojik mantığa sahiptir…
General Cankayşek liderliğindeki Milliyetçi Çinliler Çin’deki iktidar savaşını kaybettikten sonra Formoza adasına kaçmışlar ve orada Amerika’nın büyük çaplı desteğini arkalarına alarak dünyada yeni bir devlet olarak tanınma çabası içine girmişlerdir.
Günümüze kadar Türkiye’ tarafından da resmen tanınmayan, dünyaya kendilerini “Demokratik Çin” olarak lanse etmeye çalışan ama Komünist Çin’in “ayrılmaz bir parçamızdır” dediği bu ada devletinin yetkilileri Doğu Türkistan’ın adını bugün bile “Sinkiang” olarak telaffuz etmektedirler.
Bu deyim Çin dilinde “yeni topraklar” ya da “ilhak edilmiş topraklar” anlamına gelmektedir.
Görüldüğü üzere, bu günkü Çinlilerin atalarının 1884 yılında Doğu Türkistan’ı işgal ettiklerinde ezeli ve ebedi Türk yurdu olan Doğu Türkistan için uydurdukları isim olan “Sinkiang” deyimi, günümüzün “kızıl” ve “kara” Çinliler tarafından kutsal bir emanet gibi sahiplenilmektedir.
Doğu Türkistan Türklerine milli ve manevi yönden en büyük faciaları Milliyetçi Çinliler yaşatmışlar ve Doğu Türkistan topraklarını, muhalifleri olan komünist Çinlilere takdim edip kaçarlarken tarumar edilmiş bir ülke, milli ve manevi yönden ezilmiş, sindirilmiş, susturulmuş ve bir takım Çin uşağı sahte hocalar vasıtasıyla uyuşturulmuş bir halk bırakmışlardır. Dolayısıyla da komünist Çinlilerin Doğu Türkistan’ı istila etmelerini kolaylaştırmışlar ve Milliyetçi Çinliler adeta kızıl Çin ordularının öncü kuvvetleri gibi bir vazife ifa etmişlerdir…
Nedendir bilinmez son zamanlarda dış ülkelerde yaşamlarını sürdüren bazı Doğu Türkistanlılar Doğu Türkistan’ı işgal eden Çinlilerden söz ederken özellikle “komünist Çin” vurgusu yapma ihtiyacı duymaktadırlar…
Evet, Doğu Türkistan şu anda Komünist Çin işgali altındadır. Fakat Doğu Türkistan’ın bu gün içinde bulunduğu ahvalin birinci derecedeki müsebbibi sadece komünist Çin(Kızıl Çin) değildir. Dünya kamuoyuna ısrarla “Demokratik Çin” olarak lanse edilmeye çalışılan Milliyetçi Çin’(Kara Çin)de aynı derecede ve hatta daha fazla oranda sorumludur…
Sözde Demokrasi yanlısı Çinlilerle işbirliği yapılabileceği iddiasını ileri sürenler öncelikle bu Çin milliyetçisi ırkçı Çinlilerden Doğu Türkistan’a şimdiden “Sinkiang” yerine Doğu Türkistan deme sözünü alabiliyorlar mı? Asla alamazlar! Çünkü çok defalar bu yönlü teşebbüslerde bulunulmuş ise de, “Önce Çin’de rejimi değiştirelim ondan sonra tekrar bu konuyu görüşürüz” kabilinden tipik Çin kurnazlığı ve hilekârlığının eseri olan tavırlar ortaya koymuşlardır.
Sakın ola ki, Doğu Türkistan’ın gerçek anlamda İstiklalinden yana olan kişi ve teşekküller bütün dünyayı ablukası altına almaya çalışan “kızıl” ve “kara” Çinlilerin menfur emellerine alet olmasınalar…
Tibet Davası ve Dalay Lama’nın Zafiyeti
01.11.2008
İşgalci Çin’e karşı 1950 yılının başlarından beri mücadele vermekte olan Tibetlilerin ruhani lideri Dalay Lama 25.10.2008 tarihinde yaptığı bir açıklama ile yıllardır sürdürmekte olduğu mücadelesine artık son verdiğini ilan etti.
Çin, 7 Ekim 1950’den itibaren 30.000 kişilik bir Çin kızıl ordusu ile Tibet’in doğusunda başlayarak Tibet’in işgalini başlatmıştı. Tibet tamamıyla işgal edildikten sonra, aralıklarla Tibet’te meydana gelen kanlı olaylar sonrasında Dalay Lama ülkesini terk etmiş ve Tibet’in davasını dış dünyada devam ettirme kararı almıştı.
Hindistan başta olmak üzere dünyadaki Budist devletlerin ve diğer batılı ülkelerden birçoklarının desteği ile Tibet’in bağımsızlığı için siyasi mücadelesini sürdürüyordu.(veya Dünya kamuoyu öyle biliyordu.)
Daha sonraki yıllarda ne olduysa oldu Dalay Lama kendi halkının beklentileri ile çelişen açıklamalarını bir biri ardına sıralamaya başladı. Bu davranışı ile bir dönem Tibet davasına inanan ve destek vermeye çalışanları da şaşkına çevirdi.
Son yıllarda sergilemeye devam ettiği siyasi tutarsızlıklarına bakılırsa 1989 yılında almış olduğu Nobel barış ödülünü de, ülkesini işgal eden Çin’e karşı sergilediği “barış yanlısı” tutumu karşılığında almış olmalı diye düşünüyorum. Çünkü ilk yıllarda Tibet’in Bağımsızlığından söz eden Dalay Lama tedrici olarak bağımsızlık fikrinden vazgeçerek sözde özerklik haklarının kapsamının genişletilmesinden söz eder olmuştu.
İşgalci Çin devleti, Doğu Türkistan’a dünya kamuoyunun gözünü boyamak maksadıyla 1955 yılında tanıdığını ilan ettiği sözde özerklik statüsünün Tibet’e de verildiğini ilan etmişti. Fakat Tibet halkının bu sözde özerkliği değil bağımsızlık istediği biliniyordu.
Çin’in “2008 Pekin Olimpiyatları” için hazırlıklar yaptığı sırada Tibet’teki insan hakları ihlallerini protesto etmek için harekete geçen Tibetlilerin Çin asker ve polisleri tarafından vahşice yöntemlerle bastırılması karşısında da Dalay Lama’nın bir lidere yakışır tarzda tepki göstermekten bile imtina etmesi kamuoyunda şaşkınlık yaratmıştı… Bu kanlı olayların hemen ardından yaptığı bir açıklamasında Çin’den bağımsızlık taleplerinin olmadığı ve Çin’in himayesinde yaşayabilecekleri mealinde cümleler de sarf etmişti…
Ve nihayet 25.10.2008 tarihinde Tibetlilerin “efsanevi” lideri Dalay Lama “siyasi jübile” sayılabilecek “final” açıklamasını yaptı. Sözde özgürlükleri için çabaladığı insanların, gelecekleri ile ilgili konulara kendilerinin karar vermeleri gerektiğini ileri sürerek ve bu güne kadar Çin’den olumlu bir yaklaşım göremediğini, bu yüzden de ümidini kaybettiğini de söyleyerek mücadeleyi bitirdiğini ilan etti…
Bakalım Tibet halkı bu ani ve “gizemli” kararı nasıl değerlendirecek ve nasıl tepki gösterecek hep beraber bekleyip göreceğiz…
Bu tavrın arkasında nelerin gizli olduğu mutlaka zamanla ortaya çıkacaktır. Dalay Lama nın ileri sürdüğü bahaneler bir milletin geleceğini doğrudan ilgilendiren bir mücadelenin bitirilmesi için geçerli ve yeterli olamaz.
Dalay Lama’nın geçmişten günümüze sürekli olarak “Özerklik haklarının alanının genişletilmesi” “Çin’in himayesinde Tibet kültürünün yaşatılabilmesi” deyimlerini telaffuz etmiş olması, ne yazık ki aklıma bir takım Doğu Türkistanlıların(!) “Çin anayasasındaki özerklik haklarımızı istiyoruz”, “Çin ile masaya oturabiliriz” türünden sabuklamalarını getirdi…
Doğu Türkistan Türlerinin İstiklal Mücadelesi yolunda samimiyet, inanç, sabır, metanet ve kararlılıkla yürüyenler ola ki, günün birinde bir “çatlak” ses duyduklarında kendilerine yakışan tavrı takınacaklar ve hak edenlere gerekli cevabı mutlaka vereceklerdir…
Doğu Türkistan davasının kaderinin Tibet davasına dönüşmemesini dilerim...
Başarısızlıklar “Başarı” Olarak Empoze Ediliyor
27.10.2008
Başarısızlıkların “başarı” olarak Türk milletine dayatılmakta olduğu günlerde yaşıyoruz.
Bu “zoka”yı artık bu aziz millet yutmamalıdır. Yutmuyor. İşte 5- 7 yıldan beri sürekli olarak halkın karşısına geçip pişkin bir eda ile pembe tablolar çizilmesinin sonucunda gelinen nokta…
Hani bu milletin fert başına düşen milli geliri kâğıt üzerinde 9400 ve hatta 10 bin dolar seviyesine ulaşmıştı? Hani iki lafınızın birinde “Bu milleti tutabilene aşk olsun” diyordunuz?
Türk milletinin tamamı sayenizde epey bir süredir adı konulmamış bir mali krizi zaten iliklerine kadar yaşıyordu. Sakın ola ki, son günlerde patlak veren “küresel kriz”in ekonomideki başarısızlıklarınızı örten bir can simidi olacağını zannetmeyin… Sizin millete karşı işlediğiniz siyasi cürüm hafızalarda bakidir. Siz hâlâ hangi bilimsel verilere dayanarak bu milletin karşısına çıkıp “bu kriz bizi teğet geçti”, “krizi fırsata dönüştürebiliriz” gibi sözler sarf ediyorsunuz?
Artık “Mızrak çuvala sığmıyor” beyler! Kendinize gelin ve bu millete yalan yanlış dayatmalar yapmaktan vazgeçin. “Deniz bitti kara göründü.” “Stratejik müttefik”inizin dünya ve özellikle de Türkiye üzerine yazıp sahnelemekte olduğu“Büyük oyun”un bir yansıması olan “küresel kriz”in ardına saklanmanız bile sizi uğrayacağınız siyasi hezimetten kurtaramayacaktır…
Yaklaşan mahalli seçimler sizin yüzünüze tutulan dev bir ayna olacaktır… Gerçi siz o aynayı da “dev aynası”na çevirmede, olumsuz ve başarısız görüntüleri bile lehinizeymiş gibi anlatma konusunda mahirsinizdir ya…
Türkiye’nin 25 yıldır karşı karşıya bulunduğu terör belası ile mücadele
Terörle mücadeledeki başarısızlığınızın birinci sebebinin “stratejik müttefik”inizin güdümünde hareket etmeniz ve AB uyum yasalarına olan mahkûmiyetiniz olduğu konusunda Türk milletinde yaygın ve haklı bir kanaat var. Buna siz ne diyorsunuz?
Yurdun birçok bölgelerinde gittikçe tırmanma eğilimindeki iç kargaşa provalarının müsebbipleri ve tahrikçileri ile meclis çatısı altında aynı sıraları paylaşmakta olmanızın zeminini başbakan olma sıfatınızla “Türkiye’de Kürt Sorunu Vardır” diyerek yine siz hazırlamadınız mı?
Çünkü başları mecliste ve İmralı’da keyif süren bu güruh milli servet sayılan her türlü varlığımıza ve hatta ay yıldızlı bayrağımıza karşı saldırılar gerçekleştirmektedir. Böylece kendi saflarında olmayan, kendileri gibi davranmayan insanların demokratik özgürlüklerini açıkça gasp etmektedirler… Aslında Türkiye’de tedrici olarak Türk milletinin ikinci sınıf vatandaş muamelesine maruz kalmakta olduğu dönemler yaşanmaktadır…
Hükümet olarak bu şer odaklarına karşı ciddi, etkili ve olumlu sonuç getirici eylem planlarınız var mı? Yoksa onların bu menfur eylemlerini de üç beş oy uğruna “demokratik özgürlükler” içerisinde mi değerlendireceksiniz?
Eğer son zamanlarda milletimizin canını yakan bütün terör eylemleri karşısında “biz terörle mücadelede başarılıyız” diyebiliyorsanız size söylenecek hiçbir söz kalmamış demektir… Ne diyelim? Allah müstehakınızı versin.
Toparlayacak olursak:
Ekonomi tamamen dışa bağımlı hale getirildi. Adeta AB ve ABD öksürdüğünde biz kanser olur hale geldik.
Terör örgütü TBMM çatısı altında temsil edilir ve devlete açıkça meydan okur hale geldi(getirildi) Bunun adına da “demokratik açılım” denildi.
Terörist başı dağda olduğu günlerine göre kendisine “tahsis” edilen İmralı’da bebek ve asker katili bölücü örgüt için daha verimli ve etkili bir “yönetici” durumuna geldi(getirildi)
Ülkeler Lafazanlıkla idare edilemez. Demokrasinin yerleştiği ülkelerde bu kadar çok ve önemli alanlarda başarısız olunması durumunda demokrasinin teamüllerinden olan istifa müessesesi çalıştırılır…
konusunda da bu güne kadar gelmiş geçmiş hükümetlerin içerisinde en başarısız olan hükümet olduğunuza bir itirazınız olabilir mi? Haydi dürüstçe ve cesurca itiraf edin!
TÜRK ANASININ METANETİ
22.10.2008
Şehit cenazelerine katılan mahşeri kalabalıklardan yükselen “Ya Allah Bismillah Allahu ekber”, “şehitler Ölmez vatan Bölünmez”, “Bizde askeriz silah isteriz” “Hükümet istifa” gibi nidalardan rahatsız olan bazı kof yürekli “külhanbeyleri”, seçimlerde hezimete uğrayacakları endişesi ile “Kan üzerinden siyaset yapanlar” nutkunun ardında serinlemek istemektedirler.
Gözlerini ve gönüllerini siyasi ihtiraslarının kör ettiği bazı siyasetçiler Türk bayrağına sarılı şehit tabutunun başında asker selamı ile dimdik duran ve titreyen dudaklarından “Asla ağlamayacağım…”, “Düşmanları sevindirmeyeceğim…”,”Vatan Sağ olsun” sözleri dökülen eş, kardeş, anne, baba ve yarenlerin duygularını asla anlayamazlar…
O anda Şehit annesinin sessiz çığlığı ise aslında yerleri gökleri inletmekte ama o Türk anası, yürekli duruşundan taviz vermemek, düşmanları sevindirmemek ve metanetini kaybetmiş görünmemek için bütün haykırışlarını ve hıçkırıklarını yüreğinin derinliklerine gömmektedir. Çünkü Ciğerparesi olan evladını birtakım kendini bilmez siyasetçilerin siyasi saltanatlarının devam etmesi için değil, canı pahasına sahip çıkmaya kararlı ve buna kendisini mecbur hissettiği kutsal değerlerinin ebediyen yaşaması için şehit vermiştir… Ne birileri tarafından sırtının sıvazlanmasını bekler, nede kendisine kameralar karşısında övgü dolu sözler söyledikten sonra o sözleri söyleyenlerin sözlerinin arkasında durmayıp adeta “buharlaşıp” ortadan kaybolmalarını görmek ister… Çünkü evladının acısını içi boş sözcükler ve hiçbir dünya nimeti dindiremez… O’nun tek beklentisi manevi mükâfatlara erişebilmektir…
Türk anası işte böyle anadır… Türk anaları Musul’da Kerkük’te, Ermeni istilası altında bulunan Karabağ’da, Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’da, dünyanın en ücra bölgelerinde ve her yerde vatan, millet, hürriyet ve bilcümle kutsal değerler uğruna karşılaştıkları facialar karşısında hep ferasetli ve vakarlıdır…
Doğu Türkistan’dan bir misal vermek gerekirse, “5 Şubat 1997 Gulca Milli Ayaklanması” sırasında 4 oğlu birden düşmana (Çin askerlerine) esir düşen Hörnisahan isimli bir Türk anasına, gösterdiği şecaat ve sabır sebebiyle Gulca halkı “Demir Ana” lakabını vermiştir. Çünkü bu Türk Anası en son olarak Hikmet Turdi ismindeki oğlunun cenazesini adeta bir düğün olarak telakki etmiş ve “Bu gün oğlumun cenaze merasimi değil toy(düğün) günüdür” diyerek kendisi gözyaşı dökmediği gibi gözyaşı dökenlere de çok sert çıkışmış ve onlarında ağlamalarını engellemiştir… İşte 4 oğlu işgalci Çinlilerce şehit edilen bir Türk anasının metaneti…
Almanya’da yaşayan Abdüşükür ismindeki bir Doğu Türkistanlı Aydın’ın naklettiğine göre, “5 Şubat 1997 Gulca Milli Ayaklanması” sonrasında Doğu Türkistan’da hapishanede dövülerek öldürülmüş bir cesedi defnetmek için mezarlığa gittiklerinde, orada görevli bir mezarcı, kız ve erkek olmak üzere bir gecede 57 kişinin defnedildiğini anlatmıştır. Üstelik bu 57 Doğu Türkistanlı gencin cenaze namazlarının kılınamadığını, onlara yeni mezar dahi kazılmayıp eski mezarların iskeletleri bir kenara yitilerek yeni cesetlerin üzerlerindeki giysilerle beraber çukurlara atılarak üzerlerinin kapatılmış olduğunu söylemiştir…
Gulca’daki birçok anne-babalar ise aradan geçen 11 yılın sonunda bu güne kadar kendi evlatlarının halen sağ olup olmadığı konusunda bir haber alamadıkları halde bir ümitle ve tevekkül içinde beklemeye devam etmektedirler. Kim bilir belki de yolunu gözledikleri evlatları, karanlık bir gecede yüzyılımızın yüzkarası karanlık yüzler tarafından libasları ile gömülen 57 cesedin arasındadır… Ama Türk anasındaki sabır ve cesaret milli ve manevi duygularından zerre kadar dahi taviz vermesine engeldir…
Aslında böylesine sığ, milletten kopuk, şehit yakınlarının duygularına yabancı ve siyasi çılgınlık içinde davranışlar sergileyenler tedrici olarak kendi “ip”lerini çekmekte olduklarının farkında olamamaktadırlar.
Türk Silahlı Kuvvetleri Yıpratılmaya Çalışılıyor
18.10.2008
Türkiye çok önemli ve hassas bir dönemden geçmektedir. Bu esnada “bulanık suda balık avlamak” isteyen içerideki ve dışarıdaki bir takım karanlık maksatlı güruhlar adeta fırsatı ganimet bilerek söz birliği etmişçesine Türkiye’ye ve Türk milletine yönelik saldırılarını arttırmış bulunuyorlar. Bu topyekûn saldırıların öncelikli hedefi ise Türk Ordusu mensupları olmaktadır. Oysaki Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk Milletinin en hassas ve en güvenilir kurumu olduğu konusunda Türk milletinde yaygın bir mutabakat ve kanaat söz konusudur.
Özellikle de son yıllarda bu güzide kurumun bir takım odaklar tarafından sistematik bir biçimde yıpratılmak, yaralanmak, pörsütülmek ve Türk milletinin gözünden düşürülmek istendiği açıkça görülebilmektedir. Çünkü iç ve dış saldırganlar bilmektedirler ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri O’nun en ciddi ve gerçek anlamdaki koruyucusu hep TSK’ olmuştur. Bu sebeple Türkiye üzerine yapılan karanlık planların ve Türkiye’yi bölüp parçalama gayretlerinin başarıya ulaşması için öncelikle TSK’nın gözden düşürülmesi ve Türk milletinin sinesinden çıkan bu kurum ile milletin arasının açılması gerekmektedir.
Basın özgürlüğü adına her türlü melanet senaryolarını icra etmeyi mubah görenler unutmamalılar ki, bindikleri dalı kesmeye uğraşmaktadırlar. Basın özgürlüğü kavramının nerede başlayıp nerede bittiğini, bitmesi gerektiğini anlayamayan veya kasıtlı olarak basın özgürlüğünün sınırlarını ihlal etme niyeti taşıyan bu güruh çok tehlikeli bir noktaya doğru kürek çekmektedirler.
Bu, mide bulandıran, kafa karıştıran ve dış güçlerin menfur planlarına payandalık yapanlar Türkiye’nin bu gün içinden geçmekte olduğu hassas dönemde “yangına benzin dökmektedirler”
Bu güne kadar kendilerince “28 Şubat” döneminin öcünü almak için pusuda bekleyenler adeta Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu terör belası ile mücadelenin öncelikli sıralamasını bile geriye atarak birinci sıraya TSK mensuplarına karşı linç kampanyaları başlatma girişimlerini oturttular.
İşin daha da ilginç tarafı ise bu karanlık maksatlı güruhların Türkiye’deki uzantısı ve taşeronları bütün bu ikrah verici senaryoların icrasını “daha fazla demokrasi” adına uygulamaya çalışmaktadırlar. Eleştiri yerine karalama, yaftalama ve linç kampanyalarının adı ne zamandan beri “demokratik hak ve özgürlükler” ile birlikte anılmaya başlandı?
Ey daha fazla “demokrasi”, “düşünceyi ifade özgürlüğü” ve “şeffaflık” isteyen aklı evveller! Sizin bu gün devletin çok önemli bir kurumunun başında bulunan generallere yönelttiğiniz kasıtlı kampanyalarınızın binde birini dahi Türkiye’de değil de bir demir perde ülkesi olan Çin’de icra ediyor olsaydınız işte o zaman “düşünce özgürlüğü”nün ne anlama geldiğini size çok iyi ve anladığınız dilden öğretirlerdi…
Sizin şeffaflıktan anladığınız, devlet sırrı sayılabilecek konuları dahi bir şekilde ele geçirerek Türkiye ve Türk düşmanlarına deşifre etmek midir? Sizin demokrasi ve düşünceyi ifade özgürlüğünden anladığınız, devletin güvenlik güçlerine karşı “pireyi deve yaparak” açıkça linç kampanyaları başlatmak ve içinizde besleyip büyüttüğünüz ordu düşmanlığınızı kusmak mıdır?
Türkiye’de hükümetin başının, muhalefet partilerinin demokrasinin gereği olan eleştirilerine kulağını tıkayıp, kapılarını kapatarak “küskün ve hırçın çocuk” rolü oynadığı bir dönemde birileri de TSK’ ya saldırma kampanyaları başlatıyor… Bu hengâmede de 15.10.2008 akşamı saat 20.30 sıralarında Hakkâri’deki operasyonlar sırasında 5 şehit daha verildi… Şehitlerimize Allah’tan rahmet, Kederli ailesine, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk milletine de baş sağlığı diliyorum…
Türk Silahlı Kuvvetleri dış güdümlü iç düşmanların iftira, linç ve karalama kampanyaları ile mi mücadele etsin, yedi düvel’in ortak piyonları olan terör örgütü ile mi mücadele etsin?
İnsaf edin ey sureti haktan görünerek Türk devletine ve Türk milletine düşmanlık edenler!
“Cengiz Aytmatov Gecesi” Hakkında Düşünceler
15.10.2008
11.10.2008 Cumartesi günü Kayseri Büyükşehir Belediyesi Meclis salonu Türk dünyası açısından çok mühim ve anlamlı bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Türk Dünyasının ve Dünya Edebiyatının En Büyük Yazarlarından biri olan Cengiz Aytmatov’u Anmak maksadıyla düzenlenen bu nezih toplantının organizasyonu Kayseri’de yeni kurulan ve daha ilk adımda mükemmel bir çıkış yapan “Erciyes Şairler ve Yazarlar Derneği” tarafından gerçekleştirilmişti.
Bu anma programının Kayseri’deki Türk dünyası sevdalılarının takdirini kazandığından hiç şüphem yok. Bu derneğin Türkiye’nin ve Türk dünyasının kültür hayatına büyük katkılar sağlayacağına da yürekten inanıyorum… Salonda Kayserinin tanınmış yazar, şair ve bilim adamlarından olmak üzere birçok şahsiyet ve basın temsilcileri de bulunuyordu.
Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’nin de geceye katılmış olması büyük takdir topladı…
Gecenin sunuculuğunu Ali Peker ve Betül Övünç yaptılar.
Derneğin başkanı olan gönül dostum, yürekli, fedakâr, cefakâr ve Kayseri kamuoyunda ve basınında “Ozan Melikgazi” mahlası ile tanınan Muhterem insan Ziya Şahin’in şahsında dernek yönetim kurulu üyeleri Ali Şükrü Tencel, Ahmet Vehbi Ecer, Ali Peker, Betül Övünç Deniz Dengiz Şimşek ve Güner Dinçaslan’a da tebrik ve teşekkürlerimi arz ediyorum.
Dernek başkanı Ziya Şahin gecenin anlam ve önemini anlatan bir açış konuşması yaptı. Toplantıya iştirak eden Cengiz Aytmatov’un manevi kızı Güzel Sarıgül, Aymatov ile ilk tanışma serüvenini ve Aytmatov’un bilinmeyen yönlerinden kesitler anlattı.
Sarıgül hanım, Cengiz Aytmatov’un kâğıda karşı alerjisinin olduğunu, bu yüzden de kitaplarını yazarken ne derece büyük sıkıntılar yaşamış olduğunu ama bu sıkıntısının başkaları tarafından duyulmaması için yakınlarına devamlı telkinlerde bulunduğunu söylüyordu.
Mütevazı bir hayatı benimseyen Aytmatov’un gittiği lokantalarda garsonlara emirler yağdırmaktan hazzetmediğini, bu yüzden de lokanta görevlilerinden talepte bulunmak yerine bizzat tabağını kendisinin doldurarak kendi servisini kendisinin yaptığını ve hatta yakınlarının tabaklarını da kendinsin doldurup masaya getirdiğini manevi kızının ağzından öğrendik.
Sarıgül hanım yine, Aytmatov’un bayramlarda tanıdığı bildiği bütün dostlarının bayramlarını ilk olarak kendisinin kutlamak istediğini ve bu konuda çok hassas davrandığını da naklediyor…
Nurkal Kumsuz da yaptığı konuşmada Türk ve dünya edebiyatının efsanevi yazarlarından biri olan Cengiz Aymatov’un hayatı ve eserlerinden söz etti…
Cengiz Aytmatov’un Manevi kızı Güzel Sarıgül hanımefendi Kayseri’ye vasıl olduktan sonra kendisiyle önce telefonla daha sonra da gecenin düzenlendiği salonda bizzat tanıştık. Kendisinin dedesinin de Doğu Türkistan’ın Gulca vilayetinden olduğunu ve sonradan Kırgızistan’a göç etmiş olduğunu öğrendim…
Düzenlenen anma toplantısında maksat hâsıl olmuş, kamuoyuna gereken mesaj verilmişti…
Cengiz Aytmatov hayatı boyunca eski Sovyetler Birliğinin Türk soylulara yönelttiği bütün baskı, şiddet, soykırım ve sindirme politikalarına rağmen ideallerinden ve edebiyat dünyasındaki çizgisinden zerre kadar bir sapma göstermemiştir. Aytmatov belki Nobel ödülü alamamıştı... Belki de almak istememişti… Çünkü “Nobel ödülü” adı verilen ucube ödülü alabilmek için Orhan Yamuk( yazılarımda ve konuşmalarımda özellikle “Yamuk” deyimini kullanıyorum.) gibi kendi milletine iftira atan bir müfteri durumuna düşmesi gerektiğini ve dünyadaki Türklüğün ezeli ve ebedi düşmanlarına yaltaklanması gerektiğini biliyordu. Böyle bir haysiyetsizliğe ise onun lügatinde ve kişiliğine asla yer yoktu.
Fakat biz biliyoruz ki, Cengiz Aytmatov 250 milyon nüfusa sahip Türk dünyasının ve dünyadaki gerçek ve bağımsız Edebiyat tutkunlarının ödülünü çoktan hak etmiş ve almıştı bile… Mekânı cennet olsun.
“Küresel Kriz” ve Terör Eylemlerinin Zamanlaması
11.10.2008
“Küresel Kriz” diye adlandırılan ve yine kaynağı Küresel işgalcilerin kendileri olan mali kriz senaryoları, gelişmesini ve kalkınmasını henüz tamlayamamış olan ülkelerde ciddi oranda sarsıntı ve vehimlere sebebiyet veriyor. Bu “ekonomik kriz”in rüzgârından haliyle Türkiye’de etkileniyor.
Diğer dünya ülkeleri bu krizi nasıl atlatırlar bilinmez. Ama Türkiye’nin bu krizi atlatması biraz daha sıkıntılı olacak gibi görünüyor. Çünkü Küresel haydutların ve batılı sözde dostlarımızın besleyip palazlandırarak üzerimize saldırttıkları kiralık katiller güruhu, sahiplerinin emir-komutası ile tam da “küresel kriz”in eşiğine gelindiği bir zamanda saldırı ve tedhişlerini arttırdı.
Hükümetin ekonomideki başarısızlıklarına, anlamsız siyasi düellolar,“küresel kriz” ve birden bire artış gösteren terör belası da eklenince ortalık “toz-duman” hale geldi. Adeta göz gözü görmüyor. Bu “kördöğüşü” ortamının birilerinin işine yaradığı ise muhakkak…
Güpegündüz 300 küsur kişilik bir kuduzlar güruhunun karakol basmaları ve yine aynı güruhun uzantılarının polis otobüsüne saldırmaları sonucunda birkaç gün içerisinde toplam olarak 20’den fazla güvenlik görevlimizi şehit etmelerinin zamanlama açısından bir tesadüf olmadığını düşünüyorum. Bütün bunlara Balıkesir ve Adana’daki “iç savaş provaları”nı da eklerseniz “fotoğrafın karesi”nin ne anlattığını gayet açık ve net olarak görebilmek mümkündür.
Bu değerlendirmelerim bir komplo teorisi olarak algılanmamalıdır. Sınırlarımızın dışından ve Okyanus ötesinden Türkiye üzerine onlarca yıldan beri planlar yapanların artık zamanın geldiği kanaatiyle düğmeye bastıkları aşikârdır.
Türkiye yekvücut bir şekilde siyasi fırsatçılıkları biryana bırakarak ve paniğe kapılmadan yapılması gerekenleri sıraya koyarak icraat yapmalıdır. Çünkü bir hastalığın mikropları da vücudun en zayıf ve savunmasız anını kollar ve saldırıya geçer… Son terör eylemleri de bunu açıkça gösteriyor…
İlk iş olarak, ortamdan istifade ile Türk silahlı kuvvetleri mensuplarını incitecek ve onları yıpratacak girişimlerde bulunmaktan, sözler söylemekten ve yazılar yazmaktan hassasiyetle kaçınılmalıdır. Komutanları eleştirmeye kalkışanların hayat hikâyelerine bir göz atılacak olunursa kendilerinin de “sütten çıkma ak kaşık” olmadıkları görülür.
Türk milletinin her yönden güvenebileceği bazı kurumlarının mutlaka olması şarttır. Özellikle de Türk Silahlı Kuvvetleri Türk milletinin uzun yıllar boyunca güven duyduğu kurumların başında gelmektedir ve öyle kalmalıdır.
İçinden geçilmekte olan şu hassas dönemde Ordu mensuplarına aymazca dil uzatmak “kendi ayağına kurşun sıkmak” anlamına gelecektir. Nitekim Türkiye ve Türk düşmanlarının ve onların yerli taşeronlarının da istedikleri, içeride kargaşa çıkartmak suretiyle menfur emellerine ulaşmaktır.
İçte ve dışta Türkiye ve Türk milleti üzerine karanlık senaryolar yazıp uygulamaya çalışan ihanet odaklarına asla zemin hazırlanmamalı ve onların ellerine koz verilmemelidir.
Meclis içerisine sızan ve dillerinden “demokrasi” ve “barış” söylemlerini düşürmeyip açıkça Türk milletinin hassasiyetleri ile alay ederek sabrını sınamaya kalkışan sözde mebuslar hadlerini bilmedikleri ve Türk milletinin hassasiyetlerine saygı göstermedikleri sürece diğer meclis üyeleri tarafından yalnızlığa mahkûm edilmelidirler. Bu da bir takım “habis ur”ların devlete ve millete arşı her türlü densizliği yaptıktan sonra ardına gizlendikleri demokrasi kavramının içerisinde var olan kişisel haklardandır.
Meclis içerisindeki malum güruhun dışında kalan bağımlı ya da bağımsız bütün mebuslar tavırlarında tutarlı olmak ve kendilerini oraya temsilci olarak gönderen Türk milletine karşı sorumluluklarının bilincinde olduklarını göstermek zorundadırlar...
Öyle zannediyorum ki, “Küresel Kriz”in mimarları dünya genelinde istediklerini elde etmek için yeni bir “proje” uygulamaktadırlar. Amaçlarına ulaştıktan sonra “Küresel kriz” i de derhal sona erdireceklerdir…
İşte bu süreçte Türkiye çok temkinli, soğukkanlı, dikkatli davranmak ve milli değerleriyle hareket etmek durumundadır.
Türk Milleti Söz Yerine Ciddi İcraatlar Beklemektedir
07.10.2008
Türkiye’deki siyasi iktidar artık sözün bittiği noktaya gelinmiş olunduğunu anlamalıdır. Kahraman Türk askeri Askerliğin yan gelip yatma yeri olmadığını çok iyi biliyor ve bunu bildiğini de gayet açık bir şekilde, şaibeli “çürük raporları”nın arkasına gizlenmeden gösteriyor.
Ülkeyi yöneten siyasi irade de Türkiye Büyük Millet Meclisinin yan gelip yatma yeri olmadığını hiç olmazsa terörle mücadele konusunda gösterebilmelidir. Gösteremiyorsa çekilip gitmeyi bilmekte bir erdemliliktir…
Yürekler yine yandı. 15 vatan evladı daha kahpe saldırılar sonucunda şehit oldu. Sakın hiç kimse “23 terörist etkisiz hale getirildi” diyerek teselli bulmaya çalışmasın. “Yediği kaba pisleyen” onlar gibi nankör hainlerden binlercesinin leşi bir tek şehidimizin potinlerindeki çamur parçası ile bile kıyaslanamaz.
Yine her zaman olduğu gibi “Yorumcular”, “Strateji Uzmanları” ve bir takım siyasetçiler televizyon ekranlarında arzı endam ederek fikir beyan etme yarışına girdiler… Milletimiz onlarca yıldır ayni klişeleşmiş sözleri duymaktan bıktı usandı… Hemen her gün şehit veren asil halkımız öfkesinden adeta barut fıçısına dönmüş durumda…
Türk milletinin sabrını zorlayanlar sadece bölücü ihanet odakları değil. Türk halkının, terörün bitirilmesi noktasındaki beklentilerine cevap vermekte aczi yet sergileyen siyasi iktidarda milletin sabrının sınırlarını zorlamaktadır.
Kan içici ve onun bunun maşası teröristlerin başlıca barınma yerlerinden olan kandil dağı ve benzeri yuvaları hava harekâtı ile yerle bir edilip tarumar edilmemişimiydi? Güney sınırlarımızın güvenli hale getirilmiş olmasına rağmen nerden veya hangi noktalardan sızdıkları belli olmayan bu kadar çok sayıdaki teröristin aynı anda( alınan haberlere göre de üstelik gündüz vakti) saldırı gerçekleştirmeleri oldukça düşündürücü değil mi? Hani ABD ile istihbarat anlaşması yapılmıştı? Zaten terörle mücadelede istihbarat gibi çok hassas bir konunun ABD gibi ikiyüzlülüğü kesinlik kazanan bir devlete bırakılmış olması da anlaşılır gibi değildi…
Yaklaşık 400 civarında askerimizin bulunduğu Aktütün Jandarma Sınır karakolunun 1992’den bu yana 5. defa saldırıya maruz kaldığı biliniyor. Askeri yetkililer bu günlerde yaptıkları açıklamalarda Irak yönetiminin terörle mücadelemize destek vermediklerini ifade etmektedirler… Artık şu çok iyi bilinmelidir ki, Türkiye terörle mücadelesinde tek başınadır. Mevcut hükümetin zirvesindekiler de “dinler arası diyalog” safsatalarını ileri sürmekten, Barzani ve Talabani adlı ABD kuklası çapulculara da “kardeşim” diyerek onlara serenat yapmaktan vazgeçerek Türk devlet adamlığının gerekliliklerini yerine getirmelidirler…
Hükümet ve Muhalefet partileri aynı asgari müşterek olan terörün kökünün kazınması konusunda öncelikle terör örgütünün anakentlerdeki ve meclis çatısı altındaki destekçilerinin ve uzantılarının ukalalıklarına son vermek için kolları sıvamalıdırlar. Şehitlerimizin acısı yüreklerimizi dağlarken dağdaki kiralık katillere “gerilla” diyen elebaşılar Türk milletini açıkça tahrik etmekte ve yangına benzin dökmektedirler. Eğer Meclis içerisindekiler bu konuda siyasi zekâlarını kullanarak, yabancı maşası kiralık katillerin meclis içindeki “avukat”larının seslerini kesemiyorlarsa topluca istifa etmelerinin önünde bir engel bulunmamaktadır...
Türk milletinin artık akıtacak ne gözyaşı, ne gösterecek sabrı kalmıştır. Türk-İslam kültüründen kaynaklanan metaneti sayesinde gözyaşlarını sessizce içine akıtmakta ve düşmanlarını sevindirmemek için dimdik ve vakarlı duruşunu sürdürmektedir. Türk milleti artık içi boş beylik söylemlerden bıkmıştır. Terörle mücadele konusunda politik nutuklar atılmasını değil, ciddi, etkili ve olumlu sonuçlar getirecek icraatlar yapılmasını beklemektedir.
Bebek katillerinin elebaşını kuş sütü ile beslemekle, onun meclis içindeki taşeronları ile kol kola görüntüler verme aymazlığı ile dağdaki eli kanlı katillerle nasıl başa çıkmayı düşünüyorsunuz beyler!